Anarşizm Yazıları 3 | Anarşizme Kısa Bir Giriş ve Genel Bir Yaklaşım (3)

    Yazının bir önceki kısmında, Anarşizme öncülük etmiş farklı düşünür ve fikirlerden bahsedildi. Bu yazıda ise Klasik Anarşizm'den, erken dönem Anarşizm sentezlerinden ve düşünürlerinden bahsedilecektir.

    b) Klasik Anarşizm

    19. ve erken dönem 20.yy Anarşizmi(Klasik Anarşizm) genellikle iki kampa bölünerek incelenmiştir. Bunlar Toplumsal Anarşizm ve Bireyci Anarşizm'dir. Erken dönem anarşistlerden bireyci olan anarşistler de kendilerini genellikle bu yönde tanımlamışlardır. Öte yandan kağıt üzerinde toplumsal anarşizme denk düşen kimselerin de kendilerini bireyci olarak tanımladığı olmuştur. Örnek olarak Emma Goldman, Max Nettlau, Volin vb. isimleri verebiliriz.(Volin ve Nettlau sentezci anarşisttiler.) Radikal bireyci fikirleri ve yaşam tarzıyla bilinen Oscar Wilde, siyasi fikirlerini belirttiği yazılarında (Sosyalizm ve İnsan Ruhu) Toplumcu Anarşizm'e denk düşen ifadelerde bulunmuştur. Anarşistlerin bu tarz sınıflandırılmalarındaki en büyük sebep toplumcu anarşistlerle bireyci anarşistler arasında yer alan üç temel farklılıktan kaynaklanmıştır. Bunlardan birisi ekonomik modeldeki farklılık, ikincisi örgütlenme modelindeki farklılık, üçüncüsü ise bireyci anarşistlerin birey ve kimlik kavramları üzerinde toplumculara kıyasla farklı pozisyonda durmuş olmalarıdır. Modern anarşizm açısından bakıldığında, toplumcu ve bireyci dikotomisinin artık bir anlam içermediğini söylemek en doğru yaklaşım olacaktır. Ekonomik ve örgütlenme modellerindeki farklılıklar ne olursa olsun, Anarşizm tüm sentezleriyle her türlü otoriter yapılanmaya, totalitarizme, parti devleti örgütlenmesine, merkezileşmeye, her türlü mobbing, denetim, toplum mühendisliği ve bireyin kolektif için kendisini feda etmesi vb. şeylere karşı durmasından dolayı kolektivist bir ideoloji olmanın uzağındadır. Bir başka deyişle anarşizm, doğası gereği bireyin özgürlüğünü ve özerkliğini vurgulamaktadır. Öte yandan Anarşizm, klasik liberalizm ve sağ-liberteryenizmle özdeşleşmiş olan, herkesin kendi yağında kavrulduğu yavan bireycilikle de denk gelmemektedir. Böylelikle bu dikotomi sadece anarşizmi tarihsel olarak incelerken ihtiyaç duyacağımız bir şey haline gelmiştir. Farklı türden anarşizm okulları varlığını sürdürmeye devam edecektir fakat örneğin Amerikan geleneğine ait bir piyasa anarşizminin anarko-komünizmden daha bireysel özgürlük ve özerklik yanlısı olduğunu iddia etmek isabetli olmayacaktır. Bireycilikten kasıt toplumsal olanın reddi değildir. Toplum bireylerin toplamından oluşan bir şey değildir ve birçok mekanizmanın bir bileşemidir. Bu açıdan atomik bireycilik gerçeklik dışıdır. Anarşist bireycilik sadece siyasi ve toplumsal yapıların bireyleri değil, bireylerin de bu oluşumları gönüllü bir biçimde inşa ettikleri bir durumu ifade etmektedir. Karşılıklı inşa kaçınılmazdır. Bu yüzden amaç bu durumun özgürlükçü ve adil sonuçlara çıkmasını sağlamak olmalıdır. 

    b.1) Toplumsal Anarşizm:

    Pierre-Joseph Proudhon: İlk Anarşist ve Düşünce Okulu 

    1809 doğumlu Fransız Pierre-Joseph Proudhon, kendisini anarşist olarak tanımlamış ilk kişi olarak bilinmektedir. Bu sebeple de modern anarşizmin ilk düşünce okulunun kurucusudur .Bu okul isim olarak net bir Türkçe çeviriye sahip olmamakla birlikte,"Karşılıkçılık" olarak çevrilmesi mümkündür(ing. Mutualism). Bu isim Proudhon tarafından bulunmamış, Lyon'daki işçilerin kullanımı sonrasında Proudhon tarafından uyarlanmıştır. Fikirleri 1871 Paris Komün'ünde büyük bir etkiye sahip olmuştur ve komündeki en büyük grubu Proudhoncular oluşturmuşlardır. (Peter Marshall-Anarşizmin Tarihi:İmkansızı İstemek İmge Yayınevi Sy. 341). Proudhon çoğunlukla paradoksların adamı olarak portrelendirilmiştir. En meşhur sözü olan ''Mülkiyet hırsızlıktır'' ın yanı sıra ''Mülkiyet özgürlüktür'' söyleminde de bulunmuştur. İlk kastettiği emek harcanmadan, ücretli emek üzerinden sermaye sahibinin elde ettiği mülkiyettir. İkincisi ise kişinin emeğinin meyvelerini topladığı bir duruma işaret eder.

   Proudhon, ilk önemli çalışması ve magnum opusu olan ''Mülkiyet Nedir''i 1840 yılında yayınlamıştır. Bu eser, genç Marx dahil olmak üzere, yayınlandığı dönemin pek çok önemli ismi tarafından övgü almıştır. Fransız burjuvazisi Proudhon'un eserinin yarattığı yankıdan dolayı tedirginlik yaşamış ve Proudhon'u olası bir değişim hareketini fitilleme potansiyeline sahip olduğundan ''terör adamı'' olarak nitelendirmiştir.  (Peter Marshall-Anarşizmin Tarihi:İmkansızı İstemek İmge Yayınevi Sy. 341) Bu çalışma Hasan Ali Yücel Klasikleri Dizisi dahilinde Türkçe'ye kazandırılmıştır. Proudhon'un bir diğer büyük çalışması ise 1846'da yayınladığı ''Sefaletin Felsefesi'' adlı kitaptır. Burada ekonomik ve toplumsal örgütlenme önerilerini ilk eserinin üzerinden giderek detaylandırmış ve ortaya net bir tablo sunmuştur. Böylelikle Proudhon'un ünü tam manasıyla uluslararası bir ölçeğe yayılmıştır. Proudhon kendisiyle hemfikir veya zıt görüşte olan birçok devrimciyle mektuplaşmıştır. Bunlardan birisi de Karl Marx'tır. Proudhon - Marx mektuplaşmaları daha sonra I. Enternasyonal'de ve günümüze kadar uzanan süreçte Anarşizm ve Marksizm arasındaki rekabetin fitilini ateşlemiştir. Bu mektuplaşma ilk olarak Karl Marx'ın 5 Mayıs 1846'da Proudhon'a yolladığı mektupla başlamıştır; 

  ''  Sevgili Proudhon,

     Paris'ten ayrıldığımdan beri sık sık aklımda size yazmak vardı, fakat kontrolüm dışındaki koşullar şimdiye kadar bunu yapmamı engelledi. Lütfen, sessizliğimin yalnızca çok fazla çalışmaya, ev değişikliğinden kaynaklanan sıkıntılara vb. bağlı olduğunu söylediğimde bana inanın. Şimdi ele aldığımız konuya geçelim - iki arkadaşım, Friedrich Engels  ve Philippe Gigot (ikisi de Brüksel'de) ile birlikte, Alman komünistleri ve sosyalistleriyle, bilimsel sorunları tartışmaya, popüler yazılara göz kulak olmaya ve bu yolla Almanya'da yürütülebilecek sosyalist propagandayı izlemeye adanmış sürekli mektup alışverişi için anlaşmalar yaptım. Bununla birlikte, yazışmamızın başlıca amacı, Alman sosyalistlerini Fransız ve İngiliz sosyalistleriyle temasa geçirmek olacaktır: Yabancıları Almanya'da meydana gelen sosyalist hareketlerden sürekli haberdar etmek ve Almanya'daki Almanları, Fransa ve İngiltere'de sosyalizmin ilerleyişi hakkında bilgilendirmek. Bu şekilde fikir ayrılıkları gün ışığına çıkarılabilir, fikir alışverişi ve tarafsız eleştiri yapılabilir. Bu, edebi tezahüründe toplumsal hareketin ulus engellerinden kurtulması için atacağı bir adım olacaktır ve harekete geçme zamanı geldiğinde, yurtiçinde olduğu kadar yurtdışında da işlerin durumunu bilmek herkesin yararına olacaktır. Yazışmalarımız sadece Almanya'daki komünistleri değil, Paris ve Londra'daki Alman sosyalistlerini de kucaklayacaktır. İngiltere ile ilişkilerimiz zaten kurulmuş durumda. Fransa söz konusu olduğunda, hepimiz sizden daha iyi bir muhabir bulamayacağımıza inanıyoruz. Bildiğiniz gibi, İngilizler ve Almanlar şimdiye kadar size kendi yurttaşlarınızdan daha fazla değer verdiler. Görüyorsunuz, mesele sadece düzenli bir yazışma kurmak ve bunun farklı ülkelerdeki toplumsal hareketi yakından takip etme ve hiçbir zaman elde edilemeyecek kadar zengin ve çeşitli bir çıkar elde etme araçlarına sahip olmasını sağlama meselesidir. Bu da tek bir kişinin çalışmasıyla başarılamaz. Teklifimizi kabul etmek isterseniz, size gönderilen mektupların ve bize gönderdiğiniz mektupların posta ücreti burada ödenecektir, Almanya'da yapılan tahsilatlar yazışma masraflarını karşılamaya yöneliktir. Bu ülke için yazacağınız adres, 8 rue de Bodenbrock adresindeki Bay Philippe Gigot'un adresidir. Brüksel'den gelen mektupları da o imzalayacak. Yazışmanın bir bütün olarak sizin açınızdan en üst düzeyde gizlilik gerektireceğini eklememe gerek yok; Almanya'daki dostlarımız, kendilerinden taviz vermeyeceklerse, büyük bir ihtiyatla hareket etmelidirler. Lütfen erken bir cevap almamızı sağlayın ve böylece samimi dostluğumuzdan emin olalım. En İçten Dileklerimle, Karl Marx ( https://marxists.architexturez.net/archive/marx/works/1846/letters/46_05_05.htm) 

 Proudhon buna karşılık Marx'a 17 Mayıs 1846 tarihinde cevap niteliğinde bir mektup göndermiştir.

 ''Sevgili Mösyö Marx,

 Amaçları ve örgütlenme eylemleri bana en yararlı görünen kişilerden birisi olarak, yazışmalarınızın alıcılarından biri olmayı memnuniyetle kabul ediyorum. Yine de sık sık ya da uzun uzun yazacağıma söz veremem: çeşitli uğraşlarım, mevcut olan doğal aylaklığımla birleştiğinde, bu tür mektuplaşma çabalarına pek imkan tanımamış oluyor. Mektubunuzun çeşitli pasajlarının önerdiği belirli nitelikleri de belirtmeliyim. 

 Birincisi, örgütlenme ve eylemde bulunma konusundaki fikirlerim şu anda, en azından ilkeler açısından, az çok yerleşmiş olsa da, tüm sosyalistlerin görevi olduğu gibi, bir süre daha bu konularda şüpheci ve eleştirel tutumu sürdürmenin benim de görevim olduğuna inanıyorum; kısacası, halkın gözü önünde iktisadi  olarak anti-dogmatik bir iş icra ediyorum. Dilerseniz toplum yasalarını, bu yasaların nasıl gerçekleştiğini, onları keşfetmeyi başaracağımız süreci birlikte araştıralım; ama Tanrı aşkına, tüm a priori dogmatizmleri yıktıktan sonra, bizler de kendimize insanların beynini yıkama hayali kurma izni vermeyelim; Katolik teolojisini devirdikten sonra bir anda aforoz ve aforozla bir Protestan teolojisinin temelini oluşturan yurttaşınız Martin Luther'in çelişkisine düşmemize izin vermeyin. Son üç yüzyıldır Almanya, esas olarak Luther'in değersiz işini yıkmakla meşgul oldu; çabalarımız sonucunda insanlığı temizlemek zorunda oldukları benzer bir yığınla baş başa bırakmayalım. Tüm fikirleri gün ışığına çıkarma düşüncenizi tüm kalbimle alkışlıyorum; iyi ve sadık bir polemiğe devam edelim; dünyaya bilge  ve sağduyulu bir hoşgörü örneği verelim, ancak sadece bir hareketin başında olduğumuz için kendimizi yeni bir hoşgörüsüzlüğün liderleri, yeni bir dinin havarileri ilan etmeyelim. Bu din akıl ve mantığın dini olsa dahi bunu yapmayalım. Bir araya gelelim ve tüm protestoları teşvik edelim, tüm ayrıcalıkları, tüm mistisizmi damgalayalım; Bir soruyu asla bitmiş olarak görmeyelim ve son argümanımızı kullandığımızda, gerekirse belagat ve ironi ile yeniden başlayalım. Bu durumda ortaklığınıza seve seve dahil olurum. Aksi takdirde - hayır!

 Mektubunuzun şu cümlesiyle ilgili de bazı gözlemlerim var: ''eylem anında''. Belki de, bir darbe olmadan, daha önceleri devrim olarak adlandırılan şey olmadan, ki bu şey bir şoktan ibarettir, hiçbir reformun mümkün olmadığı fikrini hala koruyorsunuz. Anladığım, mazur görebildiğim ve seve seve tartışacağım bu görüşü kendim de uzun bir süre paylaşmışken, yaptığım son çalışmalar bu fikri bana tamamen terk ettirdi. Başarılı olmak için buna ihtiyacımız olmadığına inanıyorum; ve sonuç olarak, devrimci eylemi bir toplumsal reform aracı olarak öne sürmememiz gerektiğini, çünkü bu sözde araçlar basitçe zorlamaya, keyfiliğe başvurmak, kısacası bir çelişki olacaktır. Ben sorunu şu şekilde ortaya koyuyorum: Başka bir ekonomik bileşimle toplumdan çekilen zenginliğin ekonomik bir bileşimle topluma geri dönmesini sağlamak. Başka bir deyişle, Politik Ekonomi aracılığıyla, Mülkiyet teorisini Mülkiyete karşı, siz Alman sosyalistlerinin topluluk dediği şeyi doğuracak ve şu an için kendimi özgürlük ya da eşitlik olarak adlandırmakla sınırlayacağım şekilde çevirmek. Ama bu sorunu kısa bir gecikmeyle çözmenin yollarını bildiğime inanıyorum; Bu nedenle durumu mülk sahiplerinin Aziz Bartolomeus gecesine çevirip ona yeniden güç vermektense mülkiyeti yavaş bir ateşle yakmayı tercih ederim. - Pierre-Joseph Proudhon  ( https://www.marxists.org/reference/subject/economics/proudhon/letters/46_05_17.htm)

 Mektuplardan da anlaşılacağı üzere Proudhon, Marx ve sadık arkadaşı Engels'in sosyalist mücadeleyi mitleştirme ve adeta bu mücadelenin havarileriymişçesine bir davranışla durumu sürdürmeleri ihtimalinin şüphesine düşüyor ve durumdan son derece büyük bir hoşnutsuzlukla yakınıyor. Ayrıca Marx'ın devrimci yaklaşımına karşı reformist bir tutum sergilediğini de söyleyebiliriz. 

 Proudhon Anarşizminin İktisadi İlkeleri:

 Proudhon'un anarşizmini daha iyi anlayabilmek için onun ileriye sürdüğü ve savunduğu iktisadi prensipleri yakından incelememiz gerekmektedir. Proudhon kendisini anarşist olarak tanımlamış ilk düşünürdür bunu zaten açıklamıştım. Kendisi aynı zamanda bir kapitalizm karşıtı ve liberter sosyalisttir, tıpkı kendisinden sonra ilerlemekte olan anarşist hareketin çok büyük bir çoğunluğu gibi. Proudhon'un kapitalizm karşıtlığını ve liberter sosyalizm savunusunu anlayabilmek için, bu kavramları nasıl tanımladığını bilmek gerekmektedir. Proudhon'a göre kapitalizm, üretim sürecini fiziksel ve zihinsel olarak yöneten insanların üretim araçlarına sahip olmadıkları ve bu yüzden kendi emeklerini bu üretim araçlarının mülkiyetine sahip olan kimselere ücret karşılığı sattıkları iktisadi sistemin adıdır. Aynı zamanda kapitalizmde büyük sermaye sahipleri vardır ve tamamen tekelci bir sistemdir. Bu tekelleşme devlet yasaları aracılığıyla dayatılır ve korunur. Bu sebeple de işçiler için tek seçenek emeklerini çok düşük bir ücret karşılığında sermaye sahibi işverenlere satmaktır. Proudhon, Marx, Engels, Bakunin, Kropotkin vb. birçok sosyalistin aksine piyasayı zararlı ve kapitalizme içkin bir mekanizma olarak değerlendirmemiştir. Sefaletin asıl kaynağı üretim araçları üzerindeki ilişkilerde ve işçilerin sermayeye olan erişimsizliğinde yatmaktadır. Bu problemi aşmak için Proudhon, İngilizce'de '' mutual banking '' olarak da ifade edilen bir halk bankası açma girişiminde bulundu. Bu girişim ile mevcut devletli ve kapitalist toplumda sermaye sınıfı üzerinde bir gelir vergisi yaratarak bankayı fonlamayı düşündü. Bu gelir vergisi ile fonlanan halk bankası, işçilere en düşük faizden kredi verecek ve böylece sermayeye olan erişimi gerçekleştirecekti. Bu kredili sermaye ile işçiler işyeri demokrasisi ve işyeri özyönetimi ilkelerine dayanan kooperatifler kurarak kendi emeklerinin ürününü alacak ve kapitalist sınıfın altında ücretli emek ile çalışmaktan kurtulacaktı. Bu özyönetimli firmalar ve kooperatifler büyük bir tarımsal sanayi federasyonu tarafından düzenlenen serbest bir piyasada rekabet edeceklerdi. ( Deric Shannon, Anthony J. Nocella II, John Asimakopoulos-The Accumulation of Freedom: Writings on Anarchist Economics, sy. 21, AK Press ) Toprak vb. mülkiyet meselelerinde ise Proudhon, '' occupancy and use '', yani Türkçe'ye '' yertutum ve kullanım'' olarak çevrilebilecek ilkeyi savunmuştur. Bu teoriyle mülkiyetin kaynağının emeğe ve üzerinde harcanan efora bağlı olduğunu da işaret etmektedir. Elbette bu mülkiyet kavramı üretim araçlarına içkindir ve özel mülkiyet kastedildiğinde her daim üretim araçları, yani kullanımından meta üretimi yapılan şeyler kastedilir; fabrika, atölye, kooperatif, tarla vb. Ev vb. mülkiyetler bireysel sahiplik veya bireysel mülkiyet olarak adlandırılır. Yertutum ve kullanım ilkesine göre üzerinde bir aktivite ve emek harcanmayan herhangi bir üretim aracının mülkiyeti mümkün değildir. Örnek vermek gerekirse bir tarlada çalışan insanlar, çalışma eylemini gerçekleştirdikleri için buranın mülkiyetine sahiptirler. Fakat aynı kimseler bu üretim aracı üzerinde emek harcamayı bıraktıkları dönemde başkalarının aracılığı ile gelir elde edemezler. Sadece üzerinde emek gücü kullandıkları şeylerin mülkiyetine hak talep edebilirler. Kısacası Proudhon, işçilerin özyönetimine dayalı, kararların işyeri demokrasisi aracılığıyla alındığı kooperatiflerin ve firmaların sosyalist piyasada rekabet ettiği bir iktisadi düzen tahayyül etmiştir. Böylelikle sermaye emek aracılığıyla dolaştığı için asalak karakterinden arınacak, insanlar kendi emeklerine yabancılaşmayacak ve piyasa aracılığıyla da üretimde bolluk ve çeşitlilik olacaktır. 

  Proudhon'un fikileri iktisadi görüşleriyle sınırlı değildi. Proudhon, anarşizmin bireylerin özgür ve gönüllü katılımlarıyla, kendi inisiyatifleriyle oluşturacakları hiyerarşik ve otoriter olmayan topluluklar aracılığıyla gerçek ifadesini bulacağını düşünüyordu. Bu toplulukların ve girişimlerin mevcut devletli toplumdan filizleneceğini ve içten büyüyerek statükoyu dağıtacağı görüşüne sahipti. Proudhon'un din ve tanrı üzerine fikirleri de kişiliği gibi paradoksaldı. Hristiyanlıktan etkilenmişti fakat aynı zamanda tanrı fikrine saldırıyordu. '' Tanrı aptallık ve korkaklıktır; Tanrı ikiyüzlülük ve yalandır; Tanrı tiranlık ve sefalettir; Tanrı kötüdür.” ( Oeuvres complètes, cilt 2, sy. 384 Rivière baskısında) ( https://www.encyclopedia.com/people/social-sciences-and-law/political-science-biographies/pierre-joseph-proudhon)

  Proudhon'la ilgili bir başka detay ise sert bir komünizm karşıtı olmasıydı. Sadece Marx'ın fikirlerine karşı değil, Marx ve Engels harici komünistlere karşı da aynı tutumu sürdürmüştü. Bu durumu kendince şöyle ifade etmiştir ; '' Komünizm eşitsizliktir fakat mülkiyet olarak değil. Mülkiyet güçsüzün güçlü tarafından sömürüsüdür. Komünizmse güçlünün güçsüz tarafından sömürüsüdür.'' Ünlü anarşizm tarhiçisi George Woodcock, Proudhon üzerine yazdığı biyografide Proudhon ve komünizm ilişkisine şöyle yer vermiştir; '' Proudhon'un gözünde komünizm, ilkel bir birlik biçimidir ve mülkiyet, insanın onun köleliğinden bağımsızlık kazanma arzusundan kaynaklanır.'' ( George Woodcock - Pierre-Joseph Proudhon: A Biography, sy. 48, Black Rose Books) Proudhon'un fikirleri, ABD'de çok büyük yankı uyandırmıştır. Bu fikirleri uyarlayan ve üzerine kendi fikirlerini inşa eden figürler anarşizm literatürüne önemli katkılarda bulunmuştur. Bu kimseler bireyci anarşist olarak değerlendirildikleri için yazının bu kısmında değil bireyci anarşizm başlığı altında incelenecektir. 

  Proudhon'un eleştirildiği noktalar genellikle cinsiyetçi yaklaşımı olmuştur. Aile konusunda kadının sabit bir rolü olduğuna inanmış ve kadının çalışması gibi konularda pek de hoş olmayan görüşler ileriye sürmüştür. Bunun yanı sıra anti-semitist bir tutuma yaklaşmış da olsa gerçek manada bu fikirleri devam ettirmemiştir. Fransız komünist-anarşist Joseph Dejacque, Proudhon'u cinsiyetçiliği yüzünden çok ağır bir biçimde eleştirmiştir. Bu eleştiriyi çok ağır sözlerle kaleme aldığı bir mektupta dile getirmiştir. O kadar ki '' Ya bu tutumlarını bırak, ya da kendini anarşist olarak adlandırmayı kes.'' diye tamamen sert bir dille fikirlerini bu mektupta belirtmiştir.  (http://joseph.dejacque.free.fr/ecrits/lettreapjp.htm ) Proudhon'un fikirlerine getirilen bir başka eleştiri de piyasa sosyalizmini savunmuş olmasıdır. Anarşist hareket içerisindeki çoğunluğun oluşturduğu ve benimsediği komünist-anarşizm( anarko-komünizm) ve anarko-sendikalizm gibi görüşler ve bunların mensupları, Proudhon'un anarşizmini bir tür ''özyönetimli kapitalizm'' olarak değerlendirmişlerdir.  Bu sebeple Proudhon'un piyasa sosyalizmi her daim kapitalizme geri dönüşe, bir tür işçi aristokrasisinin yükselişine ve devletli toplumun tekrardan oluşumuna zemin hazırlayabilir. Bu görüş hala birçok anarşist tarafından paylaşılmaktadır ve Proudhon'un anarşizmi, modern anarşizm içerisinde arkaik bir ruh taşıyormuş gibi görülmektedir. Tüm bunlara rağmen 21.yy'da Proudhon anarşizmini ve daha da ötesinde, 20.yy ABD'li Boston anarşistlerinin karşılıkçılığını tekrardan canlandırma ve yaşatma üzerine birçok girişim olmuş  ve bunların neticesinde yüksek nitelikli yeni bir yazılı literatür ortaya çıkmıştır. Buna en büyük katkıyı veren kimseler olarak Kevin A. Carson, Shawn P. Wilbur ve onların da katılımcıları olduğu C4SS (Center For A Stateless Society)  topluluğu gösterilebilir.                                       

 Mihail Bakunin ve Kolektivist Anarşizm:

  30 Mayıs 1814 doğumlu Rus anarşist Mihail Bakunin anarşizm tarihindeki en önemli figürlerden biri olarak kabul görmektedir. Bir düşünür olmasının yanı sıra ateşli bir eylemci idi bu yüzden yaşamının azımsanmayacak ölçüde bir kısmını farklı yerlerde tutsak olarak geçirdi. Yıkma tutkusunun yaratıcı bir tutku olduğuna inanıyordu. ( Peter Marshall - Anarşizmin Tarihi: İmkansızı İstemek, Sy. 377, İmge Yayınevi) Mihail Bakunin birçok kimse tarafından ''özgürlüğün ateşli bir savunucusu'' olarak bilinirken, bazıları onu ''gizli bir otoriterlik hayranı'', ''despotizme düşkün bir kimse'' olarak portrelendirmiştir. (Peter Marshall - Anarşizmin Tarihi: İmkansızı İstemek, Sy. 377, İmge Yayınevi) Bakunin, 15 yaşındayken St. Petersburg'daki bir topçu okuluna girmiş ve 18 yaşına geldiğinde subay olarak Minsk ve Grodno'da görev almıştır. ( Sam Dolgoff - Bakunin, Kaos Yayınları Sy. 8 ) Grodno'daki görevi sırasında Polonya'ya hakim olan korkunç duruma şahit olması onun despotizme olan nefretini iyiden iyiye arttırmış ve en sonunda, iki yıl sonra bu görevinden ayrılmasıyla sonuçlanmıştır. ( Sam Dolgoff - Bakunin, Kaos Yayınları Sy. 8 ) Bu görevden ayrılmasının ardından Bakunin, felsefe eğitimi almak üzere Moksova'ya gitmiştir. Burada aldığı eğitim Bakunin'in erken dönemde Hegel'e ilgi duymasını sağlamıştır. Berlin'e gidip felsefe profesörü olmanın hayalini kurmuş olsa da sonradan Hegel felsefesinden kopuşu ile bu fikirden vazgeçmiş ve 1842 yılında Berlin yerine Dresden'e geçmiştir ve orada o sıralar önemli bir siyasi düşünce insanı olan Arnold Ruge ile tanışmıştır. ( Bertrand Russell - Özgürlük Yolu, BGST Yayınları, Sy. 62) Kelimenin tam anlamıyla bir eylem adamı olan Bakunin'in yasalarla başı sürekli dertte olmuştur. Bu nedenle bir süre sonra İsviçre'ye geçmek durumunda kalmış fakat oradan diğer hükümetlere teslim edilme korkusu sebebiyle güvenli olacağını düşündüğü Fransa'ya gitmiştir. O sırada Fransa'da kalmakta olan Marx ve Proudhon'la da bu vesileyle tanışmıştır. Her ikisinden de etkilenmiş olmasına rağmen ikisini de sert bir biçimde eleştirmiş ve özellikle Marx'la daha sonraları I. Enternasyonal'a dek uzanacak olan süreçte büyük bir anlaşmazlığa girmiştir. Bakunin Proudhon'u eleştirirken şu sözleri kullanmıştır: '' Jean Jacques Rousseau okulunun bireycilerinin ve toplumu, birbirlerinden tamamen bağımsız bireylerin özgür sözleşmelerinin bir sonucu olarak düşünen ve yalnızca insanlar arasında yapılan sözleşme nedeniyle karşılıklı ilişkilere giren Proudhoncu karşılıkçıların fikirleri ne kadar da gülünçtür. Bu insanlar sanki gökten düşmüşler, yanlarında konuşma, irade, orijinal düşünce getirmişler ve sanki yeryüzündeki herhangi bir şeye, yani sosyal kökenli her şeye yabancılarmış gibi. '' (G. P. Maximoff -  Political Philosophy of Bakunin, The Free Press of Glengoe, Sy. 167) Akademisyen Paul McLaughlin'e göre; "Proudhon, klasik idealizm geleneğini sarsmak için gösterdiği tüm çabalara rağmen, yaşamı boyunca düzeltilemez bir idealist olarak kaldı, kendisine rağmen idealist hayaletlerin üstesinden gelemedi. Bakunin'in amacı, Proudhon'un liberter düşüncesini metafizikselliğinden kurtarmak, yani onun anarşizmini doğallaştırmak, böylece onun soyut, aslında gerici olan bireyciliğini aşmak ve onu toplumsal bir anarşizme dönüştürmektir.'' Marx konusunda ise Bakunin ilk tanıştıklarında Marx'ın kendisinden daha donanımlı birisi olduğunu kabul etmiştir. '' Marx benden çok daha ilerideydi, bugün de benden daha ileride olmasa bile benden daha fazla şey biliyor. Ben o zamanlar siyasal iktisat hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Kendimi metafizik soyutlamalardan kurtaramamıştım ve benim sosyalizmim sadece içgüdüseldi. Marx, benden daha genç olmasına rağmen çoktan bir ateist, eğitimli bir materyalist ve tanınmış bir sosyalist olmuştu. Şu andaki sisteminin ilk temellerini o dönemde attı. Birbirimizi çok sık görüyorduk, çünkü ben onun öğrenme isteğine ve kendini tutkuyla ve ciddiyetle proletaryanın davasına adamasına (fakat bu her zaman kibirle karışırdı) hayranlık duyardım. Değersiz bir öfkeye kapılmadığında, ne yazık ki bu çok sık olurdu, daima bilgilendirici ve zekice olan sohbetlerini sabırsızlıkla beklerdim. Fakat aramızda hiçbir zaman gerçek bir samimiyet olmadı. Mizaçlarımız buna uygun değildi. O  benim duygusal bir idealist olduğumu düşünürdü ve haklıydı. Ben de onun kibirli, vefasız ve kurnaz bir insan olduğunu düşünürdüm ve ben de haklıydım.'' ( Bertrand Rusell - Özgürlük Yolu, BGST Yayınları, Sy. 63) 1864 yılında kurulan Enternasyonal'in 1872 yılında Lahey'de düzenlenen beşinci kongresinde (I. Enternasyonal'in 5. kongresi) Bakunin ve anarşistler, Marx ve taraftarları tarafından tamamen fevri sebeplerle ihraç edilirler. I. Enternasyonal'de Bakunin ve anarşizm taraftarları ağırlıklı olarak Latin Amerikalı işçilerdi. Bakunin'in en yakın arkadaşı ve yoldaşı olan James Guillaume  I. Enternasyonal tarihi üzerine geniş kapsamlı tarihsel bir çalışmayı kaleme almıştır. Bakunin yaşamı boyunca birçok ayaklanmada etkili olmuştur ancak bunlara bu kısa girişte değinmek pek mümkün görünmüyor. Bakunin'in, Proudhon ve Kropotkin'le birlikte detaylıca inceleneceği gelecek yazılarda bu durum tartışılacak ve anlatılacaktır. Bakunin'in anarşizminin genel ilkelerine geçmeden önce Bakunin'in dolup taşan isyancılığı ve devrimci duygularını resmeden bir anekdot vermek isterim. Rusya'da hapiste olduğu bir dönemde beslenme problemleri nedeniyle  Skorbüte yakalanır. Bu hastalık neticesinde tüm dişleri dökülür. Hapiste tüm bu berbat koşullara rağmen yaşama gücü ve arzusunu sürdürebilmek adına Prometheus efsanesini kendisini öznelleştirerek zihninde canlandırdığını söylemiştir. Bu koşullarda böyle bir canlandırma ve hayal ile yaşama itkisi bulmak gerçekten zor bir durum olsa gerek. 

Bakunin Anarşizminin Temel İlkeleri:

  Her ne kadar isim olarak kolektivist anılsa da Bakunin anarşizmi kolektivizm ve bireyciliğin bir sentezi olarak değerlendirilmiştir. Ekonomik örgütlenme açısından Bakunin, hem kendisinden sonra kurulacak olan anarko-komünizmden, hem de ilk anarşist olan Proudhon'un karşılıkçılığından ayrılmaktadır. Proudhon'un karşılıkçılığındaki toplumsal sözleşmeciliği ve piyasacılığı eleştirmiş ve karşı çıkmıştır. Öte yandan komünist anarşistlerin parayı ve her türlü mübadele aracıını lağvetme fikrine sempatiyle yaklaşmış olsa da bunun henüz mümkün olmadığını düşünmüş ve herkesin ortaya koyduğu emek kadar ürün ve hizmet almasını savunmuştur. Bunun neticesinde paranın yerini bir mübadele aracı olarak ''emek kuponu'' adı verilen fişlerin almasını öne sürmüştür. Bu emek kuponları, çalışan kişinin çalışma süresi ve işin zorluğu vb. şeylere göre verilmektedir ve paranın aksine sermaye birikimi değeri oluşturmaz. Bu sebeple ihtiyaç fazlası meta üretiminin önüne geçer ve gerçekten ihtiyaç ve kullanım için üretim sağlar. Buna rağmen bu fikir sonraları birçok anarşist tarafından eleştirilmiş ve terk edilmiştir. 

  Sınıf konusuna gelecek olursak, Bakunin devrimci bir liberter sosyalist olarak toplumsal sınıfların asalak egemen sınıfın mağlup edilmesi yoluyla lağvedilmelerini ve sınıfsız bir toplumsal yapının elde edilmesini desteklemiştir. Marx'ın ve Engels'in aksine sadece şehirli proletaryanın değil, buna ek olarak köylülerin ve evsizlerin, işsizlerin vb. lümpen proletarya olarak isimlendirilen kimselerin de devrimci özneler olduğunu savunmuştur. Hatta bu konuda lümpen proletaryaya olan güveni şehirli işçilerden çok daha yüksek olmuştur. ( Anarchist Federation - Basic Bakunin, Class Section) 

  Devlet konusundaki tutumu da aksi düşünülmeyeceği gibi diğer tüm anarşistlerle ortaktır, zira bu anaşist olmanın temel prensiplerinden birisi olarak kabul edilir. Devletin siyasi bir aygıt olarak lağvedilmesini savunur. Hangi pragmatik amaçla olursa olsun, devletin, ister sosyalist, ister kapitalist, isterse monarşist yönetimde de olsa, her daim zulüm ve köleliğe yol açacağını düşünmüştür. Ayrıca devletler arasında husumetlerin de sürekliliğine dikkat çekmiştir ;  '' Devletler var olduğu sürece barış olmayacak. Sadece az ya da çok uzun süreli mühletler olacak  (sürekli savaşan devletler tarafından imzalanan ateşkesler) ancak bir devlet bu dengeyi kendi lehine bozacak kadar güçlü hissettiği anda, bu gücü kullanma fırsatını asla tepmeyecektir. '' ( Anarchist Federation - Basic Bakunin, State Section) 

  Bakunin özgürlük konusunda ise şöyle bir açıklamaya gitmiştir; '' Sadece tüm insanlar, erkekler ve kadınlar, eşit derecede özgür olduğunda gerçekten özgürüm. Diğer insanların özgürlüğü, benim özgürlüğümü yadsımak ya da sınırlamak şöyle dursun, tam tersine, onun zorunlu öncülü ve teyididir. Özgürlüğüme engel oluşturan diğer insanların köleliğidir ya da aynı anlama gelecek şekilde, insanlığımın inkarı diğer insanların canavarlığıdır. Çünkü bir insan olarak saygınlığım, herhangi bir insana itaat etmeyi reddetmek ve kendi eylemlerimi inançlarıma göre belirlemekten oluşan insani hakkım, herkesin eşit derecede özgür vicdanında yansıtılır ve tüm insanlığın rızasıyla gerçekleşir. Herkesin özgürlüğü ile mümkün olan kişisel özgürlüğüm sonsuzluğa dek uzanır. ''( Sam Dolgoff - Bakunin on Anarchy, Vintage Books, Sy. 30) Bakunin'e göre bireysel özgürlüğün gerçek anlamda var olması, diğer insanların da özgürlüğü ile mümkün olabilir. Özgürlüğü metafizik bir kavram olarak ele almayan Bakunin, özgürlük kavramının hayat bulması için gerekli olan materyal koşulları açıklama yoluna gitmiştir. '' Materyalist özgürlük anlayışı bu nedenle çok olumlu, çok karmaşık bir şeydir ve her şeyden önce fazlasıyla toplumsaldır, çünkü yalnızca toplumda ve tüm insanlar arasında tam eşitlik ve dayanışmayla gerçekleştirilebilir. Özgürlüğün elde edilmesindeki ana unsurlar ayırt edilebilir. Birincisi kesinlikle toplumsal unsurdur. Eğitim, bilimsel tahsil ve maddi refah yoluyla her insanın tüm yetilerinin ve güçlerinin en eksiksiz gelişimidir; bunlar her bireye ancak genel olarak toplumun kolektif, maddi, entelektüel, kol ve yerleşik emeğiyle sağlanabilecek şeylerdir.'' ( Sam Dolgoff - Bakunin on Anarchy, Vintage Books, Sy. 238) Bakunin bunu özgürlüğün pozitif unsuru olarak ifade eder. '' Özgürlüğün ikinci unsuru negatiftir. Bireyin tüm ilahi, kolektif ve bireysel otoriteye karşı isyanıdır.''  ( Sam Dolgoff - Bakunin on Anarchy, Vintage Books, Sy. 238) Bu iki unsurun birbirini tamamlayıcı olduğuna inanır. Buradan teoloji ve din ile ilgili görüşlerini de özgürlük kavramına eklemlendirir. Anarşizm, tarihsel olarak Hristiyan, Müslüman, Budist ve Musevi inançlı kimselerin de benimsediği bir düşünce olmuştur fakat genel tutum din ve tanrı fikrine karşıdır. Bakunin de tanrı ve dine karşı olumsuz bir tavır takınmıştır. İnsan özgürlüğü ile teolojinin taban tabana zıt olduğunu savunmuştur. '' İlk isyan, teolojinin, tanrı hayaletinin yüce zorbalığına karşıdır. Cennette bir efendimiz olduğu sürece, yeryüzünde köle olacağız. Aklımız da, irademiz de aynı şekilde geçersiz olacaktır.Tanrı'ya kayıtsız şartsız itaat etmemiz gerektiğine inandığımız sürece, onun kutsanmış ve kutsanmamış temsilcilerinin, mesihlerinin, peygamberlerinin, ilahi ilhamlı yasa koyucuların, imparatorların, kralların ve onların tüm görevlileri ve bakanları, kendilerini bize empoze eden ve Tanrı'nın kendisi tarafından insanlar üzerinde hüküm sürmek üzere kurulmuş olan en büyük iki kurumun temsilcileri ve kutsal hizmetkarları; yani, Kilise ve Devlete zorunlu olarak, en ufak bir çekince olmaksızın pasif bir şekilde boyun eğeriz. Tüm dünyevi veya insani otorite, doğrudan ruhsal ve ilahi otoriteden kaynaklanır. Ancak otorite, özgürlüğün olumsuzlanmasıdır. Tanrı ya da daha doğrusu tanrı kurgusu, dünyadaki tüm köleliğin kutsanmasının entelektüel ve ahlaki kaynağıdır ve insanlığın özgürlüğü, göksel bir efendinin feci ve sinsi kurgusu yok edilene kadar asla tamamlanmayacaktır.'' ( Sam Dolgoff - Bakunin on Anarchy, Vintage Books, Sy. 238) Bakunin, en önemli iki eserinden birisi olan ''Tanrı ve Devlet'' adlı kitabında (diğeri Devlet ve Anarşi'dir) Bu kitabının bir bölümünde Bakunin, Adem, Havva ve Şeytan anlatısını şöyle yorumlar; ''İnsanların öteden beri taptıkları tüm tanrıların kuşkusuz en kıskancı, en kendini beğenmişi, en kabası, en adaletsizi, en kan dökücüsü, en despotu ve insan şeref ve özgürlüğüne en çok düşman olan Yehova. Adem ve Havva'yı kim bilir nasıl bir heves uğruna yarattı, kuşkusuz sonsuz egoist yalnızlığı karında korkunç olması gereken can sıkıntısını dağıtmak ya da kendine yeni köleler yaratmak için; sonra o soylu bir biçimde tüm meyveleri ve hayvanlarıyla birlikte yeryüzünü onların kullanımına sundu, ancak mükemmel istifadeye bir tek sınır koymuştu. Bilgi ağacının meyvesini ellemeyi açıkça yasaklamıştı. Böylece tüm bilinci kendisinden çalınan insanın sonsuza dek hayvan kalmasını, bengi tanrının, yaratıcısının ve efendisinin önünde dört ayak üstünde durmasını istiyordu. Fakat o sırada bengi isyancı, ilk özgür düşünür ve dünyalar kurtarıcısı Şeytan geldi. İnsanın hayvansal bilinçsizliğinden ve uşaklığından utanmasını sağladı; onu itaatsiz olmaya ve bilginin meyvesini yemeye özendirerek onu kurtardı ve alnına özgürlüğün ve insanlığın damgasını bastı.'' ( Mihail Bakunin - Tanrı ve Devlet, Belge Yayınları, Sy. 65)

 Bakunin'in Proletarya Diktatörlüğü Eleştirisi:

  Bakunin, Marx ve Engels'in aksine sınıfsız ve devletsiz bir topluma ulaşmada bir geçiş döneminin olması fikrine karşı çıkmıştır. Marx, Engels ve takipçileri olan Marksistler de genel kanının aksine devletçi fikirde kimseler değildirler. Marksist tahlile göre de devlet bir baskı aracıdır ve özgür bir toplum ve örgütlenme için devletin ve toplumsal sınıfların ortadan kaldırılması gereklidir. Buna rağmen Maksizm, devletli kapitalist toplum ile devletsiz ve sınıfsız bir toplum düzeni arasında bir geçiş aşaması olması gerektiğini öngörmüştür. Bu geçiş aşamasında egemen sınıf, egemen sınıfın baskı kurduğu çalışan sınıf tarafından indirilmelidir. Burjuvazi hala daha varlığını sürdüreceğinden bu gelişmenin savunulması, korunması gereklidir ve bunun için bir devletin gerekli olduğu söylenmiştir. İşçi demokrasisi savunusu daha sonraları Vladimir Lenin'in Leninizm'i ve öncü partisi ile tam bir parti devleti konumuna indirgenmiştir. Bazı Marksistler ( Sol Komünistler, Lüksemburgcular) Marx ve Engels'in tahayyül ettiği toplumsal örgütlenmenin hiçbir döneminde devletin ve parti örgütlenmesinin bulunmadığını savunurlar. Bu bir tartışma konusudur ancak Marx ve anarşistler arasındaki gerilim hesaba katıldığında, Marx'ın henüz Lenin'den önce sosyalist bir devleti ve bir parti aparatını gerekli gördüğünü söyleyebiliriz. Engels'le birlikte kaleme aldığı Komünist Manifesto'nun içeriği de bunu desteklemektedir. Bakunin, Marx ve Engels'in aksine, devletin sadece burjuvazinin bir baskı aygıtı olmadığını, aynı zamanda kaçınılmaz olarak bir bürokrasi sınıfını da yarattığını söylemiştir. Sam Dolgoff, Bakunin'in proletarya diktatörlüğü öngörüsünü şöyle aktarmakta; '' Ama Bakunin Rus Devrimi'nin anarşist doğasını öngördüyse de, onun otoriter sonuçlarını da öngörmüştür. 1917, Bakunin'in umduğu gibi kendiliğinden bir kitle isyanıyla başladıysa da, Bakunin'in korktuğu gibi yeni bir yönetici elitin diktatörlüğüyle sona ermiştir. Machajski, Djilas veya James Burnham'dan çok önce Bakunin, entelektüellerden ve yarı-entelektüellerden oluşan yeni bir sınıfın toprak ağalarının ve kapitalistlerin yerini almaya ve insanları özgürlüklerinden yoksun bırakmaya çalışabileceği konusunda uyarmıştı. 1873'te, şaşırtıcı bir doğrulukla, sözde proletarya diktatörlüğü altında Komünist partinin liderlerinin, yani Bay Marx ve takipçilerinin, insanlığı kendi yollarıyla özgürleştirmeye devam edecekleri kehanetinde bulundu. Hükümetin dizginlerini güçlü bir elde toplayacaklar. Bütün ticari, sınai, zirai ve hatta bilimsel üretimi elinde toplayan tek bir devlet bankası kuracaklar ve daha sonra kitleleri yeni bir devlet mühendislerinin doğrudan komutası altında, sanayi ve tarım olmak üzere, iki orduya bölecekler. Bu durum da ayrıcalıklı yeni bir sınıfın doğumuna sebebiyet verecektir. 

 Bakunin'in Erken Dönem Panislavizmi:

   Bakunin'in gizli despotizm hayranlığına ek olarak anarşistlerce en fazla eleştirilmiş olan yönü de yaşamının erken dönemlerinde benimsemiş olduğu Panislavizm'dir. Bu dönemde Bakunin, sol tutumlu bir milliyetçi görüş benimsemiştir. Bu sıralarda Bakunin'in henüz anarşist olmadığını da eklemek gerekir. ''Kendimi her zaman tüm mazlum vatanların vatanseveri gibi hissediyorum. Milliyet, tüm gerçek ve zararsız gerçekler gibi, genel kabul görme hakkına sahip olan tarihi, yerel bir olgudur. Her insan, diğer tüm insanlar gibi, istemeden olduğu şeydir ve bu nedenle kendisi olma hakkına sahiptir. Milliyet bir ilke değildir; tıpkı bireysellik gibi meşru bir gerçektir. Büyük ya da küçük her ulusun kendisi olma, kendi doğasına göre yaşama hakkı tartışılmaz bir haktır. Bu hak, genel özgürlük ilkesinin doğal bir sonucudur. '' (Alfredo M. Bonanno - Anarchism and the National Liberation Struggle, Elephant Editions, Sy. 20) Bakunin anarşist olduktan sonra her milletin kendi ulusal özgürlüğünü kazanmasını savunmuş ancak bunun anarşist bir toplumsal mücadele ve devrimle mümkün olduğunu belirtmiş ve kendi Panislavist şovenizmini terk etmiştir. 

 Pyotr Kropotkin ve Anarşist Komünizm:

  Tam adıyla Pyotr Alekseyeviç Kropotkin, 9 Aralık 1842 yılında Rusya'nın Moskova kentinde doğmuştur. Anarşizmin en önemli isimlerinden birisi olarak sayılmaktadır. Aristokrat bir aileye doğduğu için birçok kez ''Prens Kropotkin'' ve ''Anarşist Prens'' olarak da adlandırılmıştır. Buna rağmen o, tüm aristokratik sıfatlarını reddetmiş ve aristokratik ayrıcalıklarından sıyrılmış bir yaşam sürmeyi tercih etmiştir. Anarko-Komünizm'in (Anarşist Komünizm) sentezleyicisi olmamasına rağmen (bu ekolün I. Enternasyonal'in İtalyan kanadında sentezlendiği düşünülmektedir) bu düşünce okuluyla en çok ilişkilendirilen isim kendisi olmuştur. Bu durumda, yazdığı literatürün çeşitliliği ve zenginliğinin büyük bir payı vardır. Moskova'da yapılan bir balo sırasında genç Kropotkin I. Nikola'nın dikkatini çekti ve Rusya'nın en seçkin askeri akademisi olan Hizmet Müfrezesi'ne kabul edildi. Boş zamanlarında edebiyat ve felsefe, Voltaire ve Kant'ın eserlerini okudu ve bilime, özellikle de astronomiye duyduğu ilgi, onu tanrıdan değil doğadan esinlenmeye yöneltti: ''Hayat ve evrim olarak anladığım evrenin sonsuz varlığı benim için yüksek şiirsel düşüncenin tükenmez bir kaynağı oldu ve insanın hem canlı hem de cansız doğayla birliği duygusu -doğanın şiirselliği- zamanla benim hayat felsefemi oluşturdu.'' ( Peter Marshall - Anarşizmin Tarihi: İmkansızı İstemek, İmge Yayınları, Sy. 440) İmparatorun 1863'te Polonya ayaklanmasını ezmesi sonucu genel olarak ordudan ve hükümet fikrinden soğudu. Buna ek olarak o sırada Alexander Herzen'in çıkardığı ''Kutup Yıldızı'' adlı dergi onu derinden etkiledi ve sonunda ordudan ayrılmasına kadar izleyen sürecin yolunu açtı. ( Peter Marshall - Anarşizmin Tarihi: İmkansızı İstemek, İmge Yayınları, Sy. 440) 

  Harp Okulundan ayrıldıktan sonra Kropotkin, sonraki beş yılını Doğu Sibirya'da bir Kazak alayında askeri yönetici olarak geçirdi. Bu süreç Kropotkin'in yaşamındaki bilimsel aktiviteleri için çok büyük bir önem teşkil etmiştir. Hem coğrafi araştırmalarını hem de canlıların yaşamdaki ortaklaşacılığını bu dönemde yaptığı gözlemlerle ortaya koyma fırsatı elde etmiştir. Bir anarşist olmasının yanı sıra çok önemli bir bilim insanı idi. Usta bir coğrafyacı olan Kropotkin'in çizdiği, Doğu Sibirya'nın coğrafi hatlarını detaylıca betimleyen fiziki harita 21.yy'da hala daha kullanılmakta olan ana haritadır. 1871'de Kropotkin, Finlandiya ve İsveç'in buzul yataklarını araştırmaya başladı. Doğru bir sonuca vararak, buz örtüsünün bir zamanlar bütün Kuzey Avrupa'yı kapladığını ve Avrasya'nın uzun bir çölleşme dönemi yaşadığını saptadı. ( Peter Marshall - Anarşizmin Tarihi: İmkansızı İstemek, İmge Yayınları, Sy. 441-442) 1873'te bilime önemli bir katkı yaparak, bir harita ve mevcut haritaların Asya'nın fiziksel özelliklerini tamamen yanlış temsil ettiğini gösterdiği bir makale yayınladı; ana yapısal hatlar aslında daha önce zannedildiği gibi kuzeyden güneye veya doğudan batıya değil, güneybatıdan kuzeydoğuya doğruydu.(https://en.wikipedia.org/wiki/Peter_Kropotkin, Geographical expeditions in Siberia) Kropotkin Darwin'in evrim kuramına büyük bir ilgi duymuştu. Hayvanların rekabetle mi yoksa işbirliğiyle mi hareket ettiklerini bulmak istiyordu ve Sibirya'da kaldığı dönemde bunu uzunca izleme fırsatına erişti. Bu gözlemlerini ''Karşılıklı Yardımlaşma: Evrimin Bir Faktörü'' (ing. Mutual Aid: A Factor of Evolution) isimli kitabında aktardı. Yaptığı incelemenin sonucunda kitabının sonuç kısmında şu açıklmaya yer vermiştir; '' Hayvanlar alemindeki türlerin büyük çoğunluğunun topluluklar halinde yaşadığını ve elbette Darwin’in belirttiği geniş anlamıyla -yani, basit yaşam araçları için mücadele değil, türlere uygun olmayan tüm doğal koşullara karşı mücadele anlamında- “hayatta kalma mücadelesi”nin en iyi silahını işbirliğinde bulduğunu görüyoruz. Bireysel mücadelenin en dar sınırlarına indirgendiği ve karşılıklı yardımlaşma alışkanlığının çok büyük gelişme gösterdiği hayvan türleri kesinlikle en kalabalık, en refah içinde ve gelişmeye en açık türlerdir. Bu durumda elde edilen karşılıklı koruma, yaşlanabilme ve deneyim biriktirebilme olanağı, daha üst düzeyde bir entelektüel gelişim ve sosyal alışkanlıklardaki artış; türlerin devamını, yayılmasını ve tedrici ilerlemesini sağlar. Sosyal olmayan türler ise, tam aksine, yok olmaya mahkumdur. Daha sonra insana geçtiğimizde, onun ta taş çağının başlangıcında klanlar ve kabileler halinde yaşadığını gördük; vahşiliğin alt aşamasında, klan ve kabile içinde bile gelişmiş bir dizi toplumsal kurum gördük; ve en erken kabile âdet ve alışkanlıklarının bile insanoğluna, daha sonra ilerlemenin ana hatlarını oluşturacak tüm kurumların çekirdeğini verdiğini fark ettik. Barbar köy komünü vahşi kabileden çıktı  ve bazıları hala aramızda yaşamakta olan toplumsal adet, alışkanlık ve kurumların yeni ve daha geniş bir çerçevesi ise o dönemde oluştu. Belirli bir toprağın ortak mülkiyeti ve ortak savunması ilkesini temel alarak, köy meclisinin özyargısı koşullarında ve bir kökenden gelen ya da geldiği varsayılan köy federasyonları içinde bu kurumlar geliştirildi. Yeni ihtiyaçlar insanı ileriye doğru yeni bir adım atmaya ittiğinde ise, bu adım şehirlerde atıldı; şehirler bölgesel birimlerin (köy komünleri) loncalarla iç içe geçmiş ikili ağını temsil ediyordu - loncalar belirli bir sanat ya da zanaatın ortak icrası için veya karşılıklı destek ve savunma için kurulmuştu. ( Pyotr Kropotkin - Karşılıklı Yardımlaşma: Evrimin Bir Faktörü, Kaos Yayınları, Sy. 259-260) Kropotkin birey ve toplum faktörlerinin zıt değil tamamlayıcı olduklarına da değinmektedir fakat karşılıklı yardımlaşma faktörünün şu ana dek ihmal edildiğini söyler; '' Dolayısıyla, insan tarihinde birey faktörünün zaten bilindiğini kabul edebiliriz -her ne kadar bu konuda şimdi değinmiş olduğumuz bakış açısıyla ele alınacak geniş bir yeni çalışma alanı varsa da- ; öte yandan, karşılıklı yardımlaşma faktörüne bugüne dek hiç itibar edilmemiştir; günümüzün ve geçmiş kuşağın yazarlarınca açıkça reddedilmiş, hatta alay konusu yapılmıştır. Bu nedenle, her şeyden önce, bu faktörün hem hayvanlar aleminin hem de insan toplumlarının evriminde oynadığı büyük rolü göstermek gerekliydi. Ancak bu tamamıyla anlaşıldıktan sonra iki faktör arasında tam bir karşılaştırma yapmaya devam etmek mümkün olacaktır.'' ( Pyotr Kropotkin - Karşılıklı Yardımlaşma: Evrimin Bir Faktörü, Kaos Yayınları, Sy. 261) Kropotkin, karşılıklı yardımlaşmanın, devletin oluşumuyla birlikte sekteye uğradını ve hızlı bir çöküşe yol açtığını da aynı bölümde belirtmektedir; '' Aynca, karşılıklı yardımlaşma uygulamasının ve onun sonraki gelişmelerinin, insanın sanatını, bilgisini ve zekasını geliştirmesine izin veren toplumsal koşulları yarattığını; karşılıklı yardımlaşma eğiliminin en büyük gelişim gösterdiği dönemlerin, aynı zamanda sanatta, endüstride ve bilimde en büyük gelişmelerin elde edildiği dönemler olduğunu da görüyoruz. Aslında, ortaçağ şehrinin ve Antik Yunan kentlerinin iç yaşamlanmn incelenmesi bile, loncada ve Yunan klanında uygulandığı biçimiyle (federatif ilkenin uygulanmasıyla bireye ve gruba büyük bir inisiyatif bırakan) karşılıklı yardımlaşmanın, insanlığa, tarihindeki en büyük iki dönemi armağan ettiği gerçeğini ortaya çıkarır: Antik Yunan şehri ve ortaçağ şehir dönemleri. Tersine, tarihin sonraki dönemlerinde, devlet tahakkümünü kurduğunda, karşılıklı yardımlaşma kurumlarının yıkışı her iki durumda da hızlı bir çöküşe yol açmıştır.'' ( Pyotr Kropotkin - Karşılıklı Yardımlaşma: Evrimin Bir Faktörü, Kaos Yayınları, Sy. 261-262) Pyotr Kropotkin'in coğrafya bilimine bir başka katkısı da kendisi gibi anarşist ve coğrafyacı olan Elisee Reclus ile 1882-1905 yılları arasında, coğrafi konular üzerine yaptığı yazışmalar ve bu yazışmaların iki tarafın da kaleme aldığı bilimsel külliyata katkısıdır. Kropotkin'in yazıları Elisee Reclus'nün 20 ciltlik ünlü eseri ''Yeni Evrensel Coğrafya''nın oluşumuna büyük katkılar sağlamıştır.  (fra. Nouvelle Géographie Universelle, 1876–1894) (https://fr.wikipedia.org/wiki/Nouvelle_Géographie_universelle) Buna karşılık Kropotkin'in ''Sibirya Orografisi'' isimli eserinin Brüksel baskısına (1904) (fra.Orographie de la Sibérie) Elisee Reclus katkıda bulunmuş ve önsöz yazmıştır. Bu yazışmalar Journal of Historical Geography dergisinin Nisan 2011 sayısında '' Coğrafya tarihi için bir kaynak olarak Élisée Reclus ve Pyotr Kropotkin arasındaki yazışmalar'' (ing. The correspondence between Élisée Reclus and Pëtr Kropotkin as a source for the history of geography) başlığı altında değerlendirilmiştir. ( https://www.researchgate.net/publication/49132509_The_correspondence_between_Elisee_Reclus_and_Petr_Kropotkin_as_a_source_for_the_history_of_geography) Kropotkin İngiltere'de ikamet ettiği sürede Kraliyet Coğrafya Topluluğu'na da katılmıştır. 

 Pyotr Kropotkin'in Ahlak Üzerine Çalışması: 

 Kropotkin'in en önemli çalışmalarından birisi de ahlak üzerine olmuştur. 1921 yılında, ''Etik: Kökeni ve Gelişimi'' diye bir kitap yazmıştır. Son derece kapsamlı bir inceleme olmasına karşın aynı yılda ölmüş olduğundan kitabı tamamlayamamıştır ancak ölümüne dek yazdığı kısımlar kitap olarak yayınlanmıştır. Bu kitabın girişinde Kropotkin, 1. Bölümü ''Ahlakın Temellerini Belirlemeye Yönelik Mevcut İhtiyaç'' olarak adlandırmıştır. Bu bölümde pozitif bilimlerde yaşanan gelişmelerden övgüyle söz etmektedir fakat aynı gelişmenin ahlaki araştırmalarda yaşanmamış olmasından yakınır; '' Modern bilim iki amacı başardı. Bir yanda insana çok değerli bir tevazu dersi verdi. Ona kendisini evrenin çok çok küçük bir parçası olarak görmeyi öğretti. Onu, dar, bencilce inzivasından çıkardı ve kendisini evrenin merkezi ve yaratıcının özel dikkatinin hedefi olarak görmesini sağlayan kibrini dağıttı. Ona, bütün olmadan ''ego''nun bir hiç olduğunu; bizim ''benimizin'' ''sen'' olmadan kendini tanımlamayı bile başaramayacağını öğretti. Ama aynı zamanda bilim insana insanoğlunun, eğer doğanın sınırsız enerjilerinden ustalıkla faydalanırsa, ilerleyen yürüyüşünde ne kadar güçlü olduğunu da öğretti. Böylece bilim ve felsefe bize, insanoğlunu yeni bir ilerleme dönemine götürebilecek olan yapıcı güçleri hayata geçirmek için gerekli olan maddi gücü de düşünce özgürlüğünü de verdi. Ancak, geride kalmış olan bir bilgi dalı var: Etik, ahlakın temel ilkelerine dair öğreti. Mevcut bilimsel canlanışa layık, ahlakın temellerini daha geniş bir felsefi zeminde yeniden oluşturmak için yeni kazanımların tümünden faydalanacak, uygar uluslara önlerinde duran büyük görev için gerekli esini verecek olan bir etik sistemi; Böyle bir sistem henüz üretilmedi. Ama bu ihtiyaç her yerde hissediliyor. Günün ihtiyacı yeni, gerçekçi bir ahlak bilimi batıl inançtan, dinsel dogmatizmden ve metafıziksel mitolojiden modern kozmogoni ve felsefe kadar özgür ve aynı zamanda insana ve onun tarihine dair modern bilginin esinlediği yüksek duygular ve parlak umutlar ile dolu olan bir bilim: İnsanlığın ısrarla talep etmekte olduğu şey bu. '' ( Pyotr Kropotkin - Etik, Öteki Yayınları, Sy. 22-23) Kitabın diğer kısımlarında Kropotkin, Doğa'da Ahlak İlkesini, İlkel insanlardaki ahlaki ilkeleri antik uygarlıklarınkini, Ortaçağ, Rönesans ve Modern dönemdeki ahlaki ilkeleri de incelemiştir. Elyazmasının sonunda çalışmasını şu sonuca bağlamıştır: '' Şimdi, çeşitli ahlak öğretilerine kısa tarihsel bakışımızı özetleyeceğiz. Eski Yunan’dan şu güne dek etikte iki ana okulun olduğunu gördük. Bazı ahlakçılar etik kavramların insana tepeden esinlendiğini savundular ve dolayısıyla etiği din ile bağlantılandırdılar. Diğer düşünürler ahlakın kaynağını bizatihi insanda gördüler ve etiği dinin onayından kurtarıp gerçekçi bir ahlak yaratmaya çabaladılar. Bu düşünürlerin bazısı tüm insan eylemlerindeki temel itici gücün bazılarının, haz, diğerlerinin, saadet ya da mutluluk, dediği şeyde, yani, kısacası, insana en büyük miktarda keyif ve memnuniyet veren şeyde bulunduğunu savundular. Tüm eylemler bu hedefe yöneliktir. İnsan en aşağı ya da en ulvi eğilimlerinin tatminini arayabilir ama daima kendisine mutluluk, tatmin ya da en azından gelecekteki mutluluğa ya da tatmine yönelik bir umut veren şeyin peşindedir. Elbette, nasıl davranırsak davranalım, öncelikle haz ve kişisel tatmin arasak da daha iyi bir şey için yakındaki zevkleri kasıtlı olarak reddetsek de daima verili bir anda en büyük tatmini bulduğumuz doğrultuda davranırız. Bu nedenle hazcı bir düşünür, Bentham gibi, amacımız olarak en fazla sayıda insanın en fazla mutluluğunu seçsek bile, ahlakın tümünün kendisini her insan tarafından ona en büyük hazzı veren şeyin aranmasına indirgediğini söylemekte haklıdır. Ancak bundan belli bir şekilde davrandıktan sonra, başka türlü değil de öyle davrandığım için -belki de bir ömür boyu- pişmanlık duymayacağım sonucu çıkmaz.'' Devam eden uzunca paragrafın sonunda Kropotkin elyazmasını şöyle noktalar: '' Gerçek şu ki yaşam tarzının verili bir toplumun gelişiminin tarihi tarafından belirlenmesine karşın, diğer yandan, vicdanın, kanıtlamaya çalışacağım üzere, çok daha derin bir kökeni vardır; bu köken, tüm toplumsal hayvanlarda ve insanda psikolojik olarak gelişen eşitlik bilincidir... '' ( Pyotr Kropotkin - Etik, Öteki Yayınları, Sy. 364) Ne yazık ki bu çalışmayı tamamlayamadan ölmüştür.

  Kropotkin Anarşizminin Temel İlkeleri:

  Pyotr Kropotkin bir anarko-komünistti. (Komünist Anarşizm) Yani özgür bireylerin gönüllü etkileşimi olan anarşizmin, iktisadi anlamda paranın ve  her türlü mübadele aracının ortadan kaldırılması ile tamamlanacağına inanıyordu. Mübadele araçlarının ve paranın varlığı, kaynakların kıt olması nedeniyle üretilenlerin en rasyonel biçimde dağıtılması ve arz-talep için en uygun optimizasyon adına meşrulaştırılır. Klasik ve neo-klasik iktisada göre insan ihtiyaçları sonsuzdur ve kaynaklar/hammaddeler sınırlıdır. Burada atlanan nokta sınırlı kaynak ve hammaddelerin sınırsız insan popülasyonuna hizmet etmeyeceği gerçeğidir. İnsan popülasyonu sonsuz miktarda değildir. Makineleşme, seri üretim ve yapay zekanın gelişmesiyle birlikte 21.yy'da üretimde aşırı derecede bolluk yaratılmıştır. Burada bir kelime oyunu kullanılır. Hammadde ve kaynakların kıtlığından kasıt sonsuz olmadıklarıdır ve bu da doğrudur ancak kıtlık aynı zamanda yetersizliğe de vurgu yaparak toplumun büyük bir çoğunluğunun sefalete veya ücretli köleliğe katlanmasını meşrulaştırır. Kropotkin, bilimsel ve teknik gelişmelerin ilerleyen yıllarda insanlık adına bir üretim bolluğu yaratacağını öngörmüştür. Bu koşullarda piyasa ve mübadele aracının (para) lağvedilmesinin, insanların üretim bolluğu sayesinde tüm ihtiyaç ve arzularının karşılanmasıyla sonuçlanacağını savunmuştur. Mübadele aracının varlığı insan ihtiyaçlarının karşılanmasında bir bariyer yaratır. İki bireyi örnek olarak alalım; birisinin 9 adet, sağlam ayakkabısı olsun diğerinin ise 1 adet yırtık ve değişmesi gereken ayakkabısı var. İkinci kişi gerçekten de yeni bir ayakkabıya birinci kişiden daha fazla ihtiyaç duyuyor olmasına rağmen almak istediği ayakkabı için yeterli miktarda paraya sahip değilse bu ihtiyacını gideremeyecektir, ancak birinci kişi eğer bu miktarda paraya sahipse daha az ihtiyaç sahibi olmasına rağmen yeni bir tane daha alabilecektir. Bu durum paralı bir takas sisteminin ne kadar irrasyonel ve insan ihtiyaç-arzularını karşılamada başarısız olduğunu gösteriyor. Peter Joseph'in ve Jacques Fresco'nun Kaynak Bazlı Ekonomi sistemi ve Paul Cockshott'un geliştirdiği yapay zeka yazılımı ile parasız bir biçimde arz-talep sinyallerinin simüle edilebilirliği 21.yy'da mübadele aracının lağvedilmesi ve bireylerin yerel düzeyde katılımlarla kendi istek ve arzuları ile üretimi şekillendirmeleri ihtimalini güçlendirmek adına önemli gelişmeler olmuştur. 

  Kropotkin'in anarşizmi, ilk paragrafta da belirttiğim üzere komünist ilkelere sahip bir anarşizmdi. Bu, siyasi terminolojiye uzak bir kimseye ilk bakışta bir çelişki gibi görünebilmektedir. Anarşizm özgür bireylerin gönüllü etkileşimi ile kurulan toplumsal örgütlenme ise, devletin her şeye sahip olduğu ve otoriter bir şey olan komünizmle nasıl sentezlenebilir sorusu akla gelebilmektedir. Bu durum komünizm terimi hakkındaki yaygın yanlış bilgiden kaynaklanmaktadır. Bolşevikler, yani komünist bir topluma devletli bir sosyalist geçiş aşaması ve öncü parti liderliğine ulaşmayı savunan grup, kendi partilerini ve iktidarda oldukları devleti ''komünist'' olarak adlandırdıkları için bu kavram bir kargaşaya sebebiyet vermiştir. Komünizm, devletsiz ve parasız, bireylerin ihtiyaç ve arzularını herhangi bir mübadele aracı kullanmaya gerek kalmadan karşılayabildikleri bir toplumsal örgütlenme modeline verilen isimdir. Bolşevikler, komünist bir topluma ulaşılabilmesi için kapitalist toplumun yıkılmasından sonra bir geçiş aşamasını zorunlu görmüştürler. Bu aşamada Lenin'in icadı olan öncü parti, toplumu yönlendirecek ve kulavuzluk edecektir. Her türlü üretim aracı devletleştirilecektir. Tüm dünyada sosyalist devrim ve dönüşümlerin yaşanması ile zamanla devletin ve parti aygıtının sönümlenerek gereksizleşeceğine ve işlevini kaybettikten sonra lağvedileceğine işaret edilmiştir. Bu praksis ve teori anarşizmin her ekolü tarafı eleştirilmiş ve despotizm olarak adlandırılmıştır, bu eleştiriyi yapanlara anarko-komünistler de dahildir. Anarşistlere göre devletli, partili ve otoriter bir sosyalizm oksimorondur. Bireyler kendi yaşamları adına doğrudan karar alamayacaklarsa bu durum özgürlük yaratmayacaktır. Kropotkin kendi anarko-komünizm anlayışını ''Anarşist Komünizm: Temeli ve İlkeleri'' isimli kitapçığında şöyle belirtir;  '' Sosyalizmin hükümetsiz sistemi olan anarşizm, çifte bir kökene sahiptir; 19. yüzyılı ve özellikle ikinci bölümünü karakterize eden ekonomik ve politik alanlardaki iki büyük düşünce hareketinin bir sonucudur. Tüm sosyalistlerle ortak olarak anarşistler, toprağın, sermayenin ve makinelerin özel mülkiyetinin zamanının geldiğini; yok olmaya mahkum olduğunu; ve üretim için tüm gerekliliklerin toplumun ortak malı haline gelmesi ve zenginliğin üreticiler tarafından ortaklaşa yönetilmesini savunurlar. Aynı zamanda siyasi radikalizmin en ileri temsilcileriyle ortak olarak anarşistler şunu ileri sürerler: Toplumun siyasi örgütlenmesi ideali, devletin işlevlerinin asgariye indirildiği ve bireyin, insanoğlunun sonsuz çeşitli ihtiyaçlarını tatmin etmesi için inisiyatif alma ve eylemde bulunma özgürlüğünü tam olarak geri kazandığı bir durumdur.'' (Roger N. Baldwin - Kropotkin's Revolutionary Pamphlets, Dover Publications, sy. 46) İngiltere'de yaşadığı dönemde Britannica Ansiklopedisi'nin ''Anarşizm'' başlığını da Kropotkin yazmıştır: '' Anarşizm, ahenk ve düzenin yasaya boyun eğme veya herhangi bir otoriteye itaat yoluyla değil, üretim ve tüketim uğruna olduğu kadar uygar bir varlığın sonsuz çeşitlilikteki ihtiyaç ve isteklerinin tatmini için de özgürce oluşturulmuş, bölgesel ve profesyonel gruplar arasındaki özgür anlaşmalar yoluyla sağlandığı, hükümetsiz bir toplumsal örgütlenmenin bulunduğu, yaşam ve davranış ilkesine veya teorisine verilen addır.'' (Roger N. Baldwin - Kropotkin's Revolutionary Pamphlets, Dover Publications, sy. 284)

 Hapishanelere Karşı Kropotkin ve Kropotkin'in Ceza Sistemi Hakkındaki Düşünceleri: 

 Kropotkin, hapishanelerin suçluları rehabilite etmekte tamamen başarısız kurumlar olduğunu savunmuştur. Hangi suçtan dolayı girmiş olursa olsunlar, hapishaneye geri dönme olasılıklarının yüksek olduğundan ve istatistiklerin de bunu doğruladığından bahsetmiştir. '' Bir insan hapse girdikten sonra cezasını çekip tahliye olsa dahi geri döner. Bu kaçınılmazdır ve istatistikler bunu kanıtlamaktadır. Fransa'daki ceza adaleti idaresinin yıllık raporları, jüriler tarafından yargılananların yarısının ve her yıl küçük suçlardan dolayı polis mahkemelerine başvuranların beşte ikisinin eğitimlerini hapishanelerde aldığını gösteriyor. Cinayetten yargılananların yaklaşık yarısı ve hırsızlıktan yargılananların dörtte üçü mükerrer, merkez cezaevlerinde ise sözde ıslah kurumlarından serbest bırakılan mahkumların üçte birinden fazlası, serbest bırakıldıktan sonraki on iki ay içinde yeniden hapse atılıyor. Bir diğer önemli açı, bir insanın hapse geri döndüğü suçun her zaman ilkinden daha ciddi olmasıdır. Daha önce küçük çaplı bir hırsızlıksa, şimdi cüretkar bir hırsızlık için geri dönmektedir, bir şiddet eylemi nedeniyle ilk kez hapsedildiyse, çoğu zaman bir katil olarak geri dönecektir. Tüm kriminoloji yazarları bu gözlemle uyum içindedir. Eski suçlular Avrupa'da büyük bir sorun haline geldi ve Fransa'nın bunu nasıl çözdüğünü biliyorsunuz; suçluların yolculukta başlayan bir imha olan Cayenne ateşiyle toptan yok edilmelerini emreder. (Burada Kropotkin bu söylemiyle Fransız Guyanası'nda bulunan, ''Şeytan Adası'' olarak bilinen Cayenne ceza kolonisine atıfta bulunur.)  ( Roger N. Baldwin - Kropotkin's Revolutionary Pamphlets, Dover Publications, sy. 220-221) Kropotkin, hapishanelerde mahkumlara yaptırılan işlerden de bir ceza ve yapıcı değil yıkıcı bir aktivite olarak bahsetmiştir. '' Tembelliğin kötü etkisini herkes bilir. Çalışmak insanı rahatlatır. Ama iş var, iş var. Bir yanda onu uçsuz bucaksız bütünün bir parçası hissettiren özgür bireyin işi vardır. Bir de alçaltan kölenin durumu vardır. Hükümlü işçiliği isteksizce, yalnızca daha kötü ceza almak korkusuyla yapılır. İşçinin zihinsel yetilerinden hiçbirini kullanmadığı için kendi içinde çekiciliği olmayan iş o kadar kötü gerçekleştirilir ki bir ceza olarak görülür.'' ( Roger N. Baldwin - Kropotkin's Revolutionary Pamphlets, Dover Publications, sy. 221) Kropotkin, hapishanelerin suçluların irade gücünü zayıflattığını ve yok olma noktasına getirdiğini belirtir. Bu durumu cezaevinden çıkan kimselerin neden tekrardan girmek durumunda kaldığını açıklamada kullanır. Genel iradesi zayıflayan mahkum irade gücünü kaybederek kendisini suça yönelten dürtü ve arzuları kontrol etme becerisini daha da kaybedecektir. '' Cezaevlerinde demoralizasyonun önemli bir nedeni daha var. Kabul edilen ahlaki standartların tüm ihlalleri, güçlü bir irade eksikliğine bağlanabilir. Hapishanelerdeki mahkumların çoğu, kendilerini çevreleyen ayartmalara karşı koyacak ya da onları bir an için alıp götüren bir tutkuyu kontrol edecek yeterli güce sahip olmayan kişilerdir. Manastırlarda olduğu gibi hapishanelerde de, bir insanın iradesini öldürmek için her şey yapılır. Genellikle iki eylemden biri arasında seçim yapma hakkı yoktur. İradesini kullanabildiği ender durumlar çok kısadır. Tüm hayatı önceden düzenlenir ve düzenlenir. Sadece akıntıyla yüzmesi, şiddetli cezanın acısı altında itaat etmesi gerekir. Bu koşullar altında, cezaevine girerken sahip olabileceği tüm irade gücü ortadan kalkar. Hapishane duvarlarından kurtulduğu zaman, sanki bir sihirle, önünde yükselecek olan ayartmalara karşı koyacak gücü nereden bulacak ? Birkaç yıl boyunca bu içsel gücü öldürmek, onu kontrol edenlerin elinde uysal bir araç haline getirmek için her şey yapıldıysa, tutkulu bir patlamanın ilk dürtüsüne direnecek gücü nereden bulacak ? Bu gerçek, bana göre, bireysel özgürlükten yoksun bırakmaya dayalı tüm ceza sisteminin en korkunç mahkumiyetidir. '' ( Roger N. Baldwin - Kropotkin's Revolutionary Pamphlets, Dover Publications, sy. 225) Kropotkin ayrıca, hapishanelerdeki tek tip kıyafet sisteminin ve hapishane disiplininin, mahkumu insanlığından alıkoyduğunu da iddia eder. '' İyi giyimin etkisini herkes bilir. Bir hayvan bile, bir şey onu gülünç duruma düşürürse, diğer hayvanların önüne çıkmaktan utanır. Birinin siyah ve sarıya boyadığı bir kedi, diğer kedilerle karışmaya cesaret edemez. Ancak insanlar, değiştirmek istediklerini iddia ettikleri kişilere bir delinin kıyafetlerini vererek işe başlarlar. Mahkum, hapishane hayatı boyunca duygularının en büyük seviyede aşağılandığını gösteren muameleye tabi tutulur. Bir mahkuma, insan olmanın gerektirdiği tek bir saygı gösterilmez. O bir şeydir, bir sayıdır ve ona numaralandırılmış bir şey gibi davranılır. Tüm arzuların en insanisine, bir mahkumla iletişim kurma arzusuna boyun eğerse, disiplini ihlal etmekten suçludur.  Hapishaneye girmeden önce yalan söylememiş veya aldatmamış olabilir, ancak hapishanede yalan söylemeyi ve aldatmayı öğrenecek, böylece bu davranış ikinci doğası haline gelecektir. İşler boyun eğmeyen kimseler için zor ilerler. Eğer aranmak aşağılayıcı geliyorsa, yemeği tatsız buluyorsa, gardiyanın tütün ticaretinden iğreniyorsa, ekmeğini komşusuyla bölüyorsa, hala bir hakaretten rahatsız olacak kadar saygınlığı varsa, küçük entrikalara isyan edecek kadar dürüstse, hapishane onun için cehennem olacaktır. Hücre hapsinde çürümeye gönderilmediği sürece, aşırı iş yükü altında kalacaktır. En ufak bir disiplin ihlali, en ağır cezayı getirecektir ve her ceza bir başkasına yol açacaktır. Zulüm yoluyla deliliğe sürüklenecektir. Hapishaneden bir tabutla ölü olarak değil de ceza süresini doldurmuş bir mahkum olarak ayrıldığı için kendini şanslı sayabilir.'' ( Roger N. Baldwin - Kropotkin's Revolutionary Pamphlets, Dover Publications, sy. 226) 

 Modern hapishane ve cezalandırma sistemine karşı çıkan Kropotkin'e şu soru sorulsa hiç de haksız olunmazdı diye düşünüyorum. Hapishanelerin ortadan kaldırıldığı bir durumda, suç işleyen kimselerin durumu ne olacak ? Bu insanlar nasıl rehabilite edilebilirler veya başka bir suç daha işlemeleri nasıl önlenebilir ? Neyse ki Kropotkin bilim insanı olmasının da sağladığı yardımla, laf salatası yapan ve konuşmak için konuşan birisi değildi. Bu yüzden eleştirisini bir çözümle tamamlamayı unutmamıştır.  Kropotkin'e göre, suçun gelişmesini önleyecek koşulları yaratmak suçun nasıl yönetileceğini tasarlamaktan daha önemli bir durumdur. Kendi cümleleriyle aktaracak olursak; '' Bu nedenle şu soru sorulmalıdır: ''Yasaları çiğneyenlere ne yapılmalı ? '' Yazılı yasaları kastetmiyorum - bunlar üzücü bir geçmişin hüzünlü mirasıdır - ama her birimizin kalbine kazınmış ahlak ilkelerini kastediyorum. Tıbbın, deney yoluyla, el yordamıyla keşfedilen bazı ilaçları uygulama sanatı olduğu bir zaman vardı. Fakat bizim zamanımız tıbbi sorunlarla yeni bir açıdan mücadele etti. Tıp artık hastalıkları iyileştirmek yerine öncelikle onları önlemeye çalışıyor. Hijyen, tüm ilaçların en iyisidir. Hala ''suç''  dediğimiz ama çocuklarımızın ''toplumsal hastalık'' olarak adlandıracağı bu büyük toplumsal olgu için henüz aynı şeyi yapmadık. Tedavilerin en iyisi bu hastalığı önlemek olacaktır. Ve bu sonuç, "suç"la ilgilenen bütün bir modern düşünürler okulunun parolası haline geldi bile. Bu yenilikçiler tarafından yayınlanan eserlerde, toplumun şimdiye kadar korkakça başını kestiği, astığı veya hapse attığı kişilere karşı yeni bir tavır almak için gerekli tüm unsurlara sahibiz.'' ( Roger N. Baldwin - Kropotkin's Revolutionary Pamphlets, Dover Publications, sy. 228) Bunları yazdıktan sonra Kropotkin, suçun üç kaynağının olduğunu söyler. Bunları fiziksel, fizyolojik ve toplumsal faktörler olarak kategorilendirir. İnsanın, diğer tüm hayvanlarda da olduğu üzere, doğa yasalarının belirlenimciliğine tabi olduğundan ve durumun suça yönelik davranışları etkileyebileceğinden bahseder. Kış, soğuk, yağmur vb. sebepler insanların davranışlarında etkileyici roller oynayabilir. Fizyolojik faktörler ise fiziksel faktörlere kıyasla çok daha ciddi bir sebeptir. Bunlar beyin yapısına, sindirim organlarına ve sinir sistemine bağlı olabilir. Kropotkin, kalıtsal özelliklerin insanların suça yatkınlığı üzerinde rol oynayabileceğini kabul etmiştir. Krimonlojinin kurucusu olarak da bilinen Cesare Lombroso'nun en büyük suçların fizyolojik problemleri yüksek, bilhassa bilişsel ve psikiyatrik açıdan, kimselerden çıktığı söylemini kabul eder çünkü bunun için gerekli bilimsel veri bulunmaktadır ancak zihinsel ve bilişsel problemli kimselerin toplum tarafından tecrit edilmesi gibi bir hakkın bulunmaması gerektiğine de işaret eder; ''Cesare Lombroso, hapishanedeki mahkumlarımızın çoğunun beyin yapılarında bazı kusurlar olduğunu iddia ettiğinde, hapishanede ölenlerin beyinlerini, genel olarak kötü yaşam koşullarında dışarıda ölenlerle karşılaştırmamız şartıyla bu beyanı kabul edebiliriz. En vahşi cinayetlerin ciddi bir zihinsel bozukluğu olan kişiler tarafından işlendiğini gösterdiğinde, bu ifadeye katılıyoruz çünkü bu ifade gözlemle doğrulandı. Ancak Lombroso, toplumun kusurlulara karşı önlem alma hakkına sahip olduğunu söylediğinde, onu takip etmeyi reddediyoruz. Toplumun beyinleri hastalıklı olanları yok etmeye hakkı yoktur. Bu iğrenç eylemleri gerçekleştirenlerin birçoğunun neredeyse aptal olduğunu kabul ediyoruz, ancak tüm aptallar katil olmuyor. Pek çok ailede, saraylarda ve akıl hastanelerinde, Lombroso'nun "suçlu delilik" olarak kabul ettiği aynı özelliklere sahip aptallar bulundu. Darağacına gönderilenler ile aralarındaki tek fark yaşadıkları ortamdır. Beyin hastalıkları kesinlikle cinayet eğiliminin gelişimini teşvik edebilir, ancak bu kaçınılmaz değildir. Her şey zihinsel bir hastalıktan muzdarip bireyin bulunduğu koşullara bağlıdır.''( Roger N. Baldwin - Kropotkin's Revolutionary Pamphlets, Dover Publications, sy. 230) İş toplumsal faktöre geldiğinde, Kropotkin bunun etkisinin fizyolojik olandan daha az olmadığını, hatta fizyolojik faktörlerin ancak toplumsal faktörlerle birleştiğinde suça dönüşebileceğini savunur. '' Her yıl binlerce çocuk, büyük şehirlerimizin ahlaki ve maddi pisliğinin ortasında, elden ağıza yaşayarak demoralize olmuş bir nüfusun ortasında büyüyor. Bu çocuklar gerçek bir yuva bilmiyorlar. Evleri bugün sefil bir lojman, yarın sokaklar. Genç enerjileri için herhangi bir uygun çıkış olmadan büyürler. Büyük şehirlerin çocuk nüfusunun bu şekilde arttığını gördüğümüzde, ne kadar azının eşkıya ve katil olmasına şaşırabiliriz. Beni şaşırtan, insanlık arasındaki sosyal duyguların derinliği, en kötü mahallelerin bile sıcak dostluğudur. Onsuz, topluma karşı açık savaş ilan edeceklerin sayısı daha da fazla olurdu. Bu dostluk, şiddete karşı bu isteksizlik olmasaydı, görkemli şehir saraylarımızdan tek bir taş kalmazdı.''  (Roger N. Baldwin - Kropotkin's Revolutionary Pamphlets, Dover Publications, sy. 231) Yazının bir başka kısmında Kropotkin toplumsal mekanizmaların suça sürüklediği insanları kastederek şöyle yazar: '' Toplumun kendisi her gün bu insanları dürüst bir çalışma hayatı sürdürmekten aciz ve anti-sosyal arzularla dolu yaratıyor. Suçları mali başarı ile taçlandırıldığında onları yüceltir, başarılı olmadıklarında onları hapse gönderir. Toplumsal devrim sermaye ile emek arasındaki ilişkileri tamamen değiştirdiğinde, aylaklar kalmadığında,(burada aylaklık tembellik değil başkalarının emeği üzerinden geçinmeye işaret eder) herkes ortak yarar için kendi eğilimine göre çalışabildiğinde, artık hapishanelere, cellatlara ya da yargıçlara hiçbir ihtiyacımız olmayacak. İnsan, içinde büyüdüğü ve yaşamını geçirdiği çevrenin bir sonucudur. Çocukluğundan itibaren çalışmaya, bir bütün olarak toplumun bir parçası olarak değerlendirilmeye, etkilerini kendisinde hissetmeden kimseyi incitemeyeceğinin anlaşılmasına alışmışsa, o zaman ahlaki yasaların ihlaline dayalı vakalar çok az olacaktır. Bugün suç olarak kabul edilen fiillerin üçte ikisi mülkiyete karşı fiillerdir. Bunlar özel mülkiyetle birlikte yok olacaklar. İnsanlara yönelik şiddet eylemleri ise zaten toplumsal algının gelişmesiyle orantılı olarak azalmakta ve sonuçlara değil nedenlere yöneldiğimizde ortadan kalkmaktadır.''(Roger N. Baldwin - Kropotkin's Revolutionary Pamphlets, Dover Publications, sy. 232) Kropotkin suçun kaynaklarını bu şekilde tasniflemiş ve açıklamıştır. Bunu takiben suçluların rehabilitasyonu konusuna yönelmiştir. '' Şimdiye kadar avukatlar için çok değerli olan ceza kurumları İncil'deki intikam fikri, orta çağların şeytana olan inancı, modern hukukçuların yıldırma fikri ve suçun ceza yoluyla önlenmesi fikri arasında bir uzlaşmaydı. Hapishaneler yerine yapılması gereken akıl hastaneleri değildir. Böyle iğrenç bir fikir aklımdan çok uzak. Akıl hastanesi her zaman için bir hapishanedir. Hayırseverler tarafından zaman zaman ortaya atılan hapishanenin doktorlara ve öğretmenlere emanet edilmesi fikri de benim için tamamen uzaktır. Mahkumların bugün toplumda bulamadıkları şey, çocukluklarından itibaren zihinlerinin ve ruhlarının daha yüksek becerilerini geliştirmelerine yardım edecek, basit ve dostça bir yardım elidir, ki bu beceriler, doğal gelişimi ya organik bir kusur ya da hastalık nedeniyle veya toplumun milyonlarca insan için yarattığı kötü sosyal koşullar tarafından engellenmiş olan becerilerdir. Ama aklın ve yüreğin bu üstün becerileri, özgürlüğünden yoksun bırakılmış bir kişi tarafından, eğer hiçbir zaman eylem özgürlüğü yoksa, gerçekleştirilemez. Doktorların hapishanesi, akıl hastanesi, şimdiki hapishanelerimizden çok daha kötü olurdu. İnsan kardeşliği ve özgürlüğü, insan organizmasının sözde suça yol açan hastalıklarına uygulanacak tek düzelticidir. Elbette her toplumda, ne kadar iyi örgütlenmiş olursa olsun, zaman zaman anti-sosyal işler yapabilen, kolayca uyanan tutkulara sahip insanlar bulunacak. Ancak bunu önlemek için gerekli olan, tutkularına sağlıklı bir yön, başka bir türde çıktı vermektir. Bugün çok izole yaşıyoruz. Özel mülkiyet, tüm karşılıklı ilişkilerimizde bizi bencil bir bireyciliğe götürdü. Birbirimizi çok az tanıyoruz; bağlantı noktalarımız çok nadir. Ancak tarihte, birbirine daha sıkı sıkıya bağlı bir komünal yaşamın örneklerini gördük, örneğin Çin'deki tarım komünleri ve bileşik aile gibi. Bu insanlar birbirlerini gerçekten tanıyorlar. Şartlar gereği birbirlerine maddi ve manevi yardımda bulunmak zorundalar. Bu karşılıklı destek, bugün gördüğümüz çok sayıda anti-sosyal eylemi önleyecektir.  Bununla birlikte, toplum için tehlike oluşturan bazı  insanlar, hastalar, eğer onları böyle adlandırmak istiyorsanız, her zaman için olacaktır. Kendimizi bir şekilde onlardan kurtarmamız ya da en azından başkalarına zarar vermelerini önlememiz gerekmez mi? Hiçbir toplum, ne kadar az zeki olursa olsun, böyle saçma bir çözüme ihtiyaç duymaz. Eskiden delilere şeytanlar tarafından ele geçirildikleri düşünülerek davranılıyordu. Ahır gibi yerlerde zincire vurulmuş, vahşi hayvanlar gibi duvarlara perçinlenmişlerdi. Daha sonra, zincirlerini çıkarmaya cesaret eden ve onlara kardeş gibi davranmaya çalışan Büyük Devrim'in adamı ''Pinel'' geldi. “Onlar tarafından yutulacaksınız” diye bağırdı gardiyanlar. Ama Pinel cesaret etti. Vahşi hayvanlar olduğuna inanılanlar Pinel'in etrafında toplandılar ve O'nun zihin hastalık tarafından bulanıklaştığında bile insan doğasının daha iyi yönüne inanmakta haklı olduğunu tavırlarıyla kanıtladılar. Sonra dava kazanıldı. Delileri zincirlemeyi bıraktılar. Sonra küçük Belçika köyü Gheel'in köylüleri daha iyi bir şey buldu. Dediler ki: "Bize delilerini gönder. ''Onlara mutlak özgürlük vereceğiz'' Onları ailelerine kabul ettiler, sofralarında onlara yer verdiler, yanlarında tarlalarını geliştirme şansı ve gençleri arasında ülke balolarında bir yer verdiler. “Yiyin, için ve bizimle dans edin. Çalışın, tarlalarda koşun ve özgür olun.” Sistem buydu, Belçikalı köylünün sahip olduğu tek bilim buydu. Ve özgürlük bir mucize yarattı. Deliler tedavi oldu. Tedavisi mümkün olmayan organik lezyonları olanlar bile diğerleri gibi, ailenin tatlı, söz sahibi üyeleri haline geldi. Hastalıklı zihin her zaman anormal bir şekilde çalışırdı ama kalp doğru yerdeydi. Bunun bir mucize olduğunu söylediler. Tedaviler bir azize ve bir bakireye atfedildi. Onların sandığının aksine bu bakire özgürlüktü ve aziz ise tarlalarda çalışmak ve kardeşçe muameleydi. Maudsley'nin sözünü ettiği "akıl hastalığı ve suç arasındaki boşluk"un uç noktalarından birinde, özgürlük ve kardeşçe muamele mucizelerini gerçekleştirmiştir. Aynısını diğer uçta da yapacaktır.'' (Roger N. Baldwin - Kropotkin's Revolutionary Pamphlets, Dover Publications, sy. 233-235) Son olarak Kropotkin, hapishane, suç ve rehabilitasyon üzerine düşüncelerini, özet başlığı altında şöyle yineler; '' Hapishane, anti-sosyal eylemlerin gerçekleşmesini engellemez, sayılarını artırır, Duvarlarına girenleri iyileştirmez. Ne kadar reforme edilirse edilsin, her zaman bir kısıtlama yeri, mahkumu toplum içinde yaşama daha az uygun hale getirecek bir manastır gibi yapay bir ortam olarak kalacaktır. Asla rehabilitasyon amacına ulaşamaz. Toplumu küçük düşürür. Yok olmalıdır. Cizvit hayırseverliği ile karıştırılmış barbarlığın bir kalıntısıdır. Devrimin ilk görevi, insan ikiyüzlülüğünün ve korkaklığının anıtları olan hapishaneleri kaldırmak olacaktır. Eşit bir toplumda, hepsi sağlıklı bir eğitim ve karşılıklı yardımlaşma alışkanlığı kazanmış özgür bir halkın ortasında, anti-sosyal eylemlerden korkmak gerekmez. Bu eylemlerin daha fazla sayıda artık var olma nedeni olmayacaktır. Henüz tomurcukken filizlenmeleri önlenecektir.  Devrimden sonra mevcut toplumun bize devredeceği kötü eğilimlere sahip bireylere gelince, onların bu eğilimleri kullanmalarını engellemek bizim görevimiz olacaktır. Bu tür saldırganlara karşı toplumun tüm üyelerinin dayanışması ile zaten oldukça verimli bir şekilde gerçekleştirilir. Her durumda başarılı olamazsak, tek pratik düzeltici yine de kardeşçe muamele ve manevi destek olacaktır. Bu ütopya değil. Zaten izole bireyler tarafından yapılıyor ve genel uygulama haline gelecek. Bu tür araçlar, toplumu anti-sosyal eylemlerden korumak için her zaman yeni suçların kaynağı olan mevcut ceza sisteminden çok daha güçlü olacaktır.'' (Roger N. Baldwin - Kropotkin's Revolutionary Pamphlets, Dover Publications, sy. 235) 

 Kropotkin, Devrim ve Reform:

 Kropotkin, arzuladığı haliyle anarşist bir toplumun ve yaşama halinin gerçeklik kazanmasının tek yolunun toplumdaki bireylerin kendi doğrudan katılımları ile gerçekleşecek bir devrim olduğuna inanmıştır. Bu devrim herhangi bir kastın, siyasi parti veya önderlerin değil, özgür ve adaletli bir toplum yaratma arzusundaki bireylerin kendi inisiyatifleri ile gerçekleştirecekleri kolektif eylemlerden oluşan bir devrimdir. Başarıyla sonuçlanması halinde mevcut otoriter ve zorba kurumları yenileriyle  değiştirmeyecek, onları tarihin çöplüğüne yollayacaktır. '' İnsanlığın yaşamında, toplumu derinliklerine kadar sarsmaya gelen müthiş bir sarsıntının, bir kıyametin gerekliliğinin aynı anda bütün ilişkiler altında kendini dayattığı dönemler vardır. Bu dönemlerde her cesur insan, işlerin artık böyle gidemeyeceğini, tarihin bu gidişatını birden kesip atmaya, insalığı sağlanıp kaldığı güç durumundan çıkartmaya ve ülküsel olanı aramada onu bilinmeyene doğru yeni yollara sokmaya gelen büyük olayların gerektiğini düşünmeye başlar. Soğukkanlı biçimde yürütülen sömürü, vurgun ve sahtekarlık üzerinde temellenen iktisadi düzeni alt üst etmeye değil sadece ne de kurnazlık, dalavere ve yalanla bazılarının egemenliğine dayanan siyasi hiyerarşiyi yıkıp dağıtmaya, dahası mevcut toplumu anlıksal ve ahlaki yaşamı içinde sarsmaya, miskinliği silkelemeye, yaşam yarzını yeniden kurmaya, dönemin çirkin ve aşağılık tutkularının ortasında asil tutkuların, büyük coşkuların, yüce, büyük ve dinmek bilmez bir devrimin gerekliliği hissedilir. '' ( Derleme - Bir İsyancının Sözleri: Kropotkin, Ayrıntı Yayınları, Sy. 26-27) 

 Bu fikirlerinden de anlaşılacağı üzere Kropotkin, reformun toplumsal dönüşümde hiçbir rol oynayamacağını düşünmüştür ve reformlar aracılığıyla anarşist bir örgütlenme biçimine varılamayacağı kanaatinde olmuştur. Devrim herhangi bir kastın ve partinin öncülüğünde olamayacağı gibi, devleti, üretim araçlarındaki özel mülkiyeti ve parayı ortadan kaldırmalıdır. Aksi taktirde başarısızlıkla sonuçlanacak veya yeni bir tiranlık oluşturacaktır. 

 Kropotkin'in Devlet Tahlili:

 Her anarşist gibi Kropotkin de devletin lağvedilmesi gerektiğini savunmuştur. Aksi bir tutum anaşizmin temel ilkeleriyle çelişmek anlamına gelirdi. Kropotkin'e göre devlet, toplumsal sözleşme anlayışının aksine, ayrıcalıklı kimseleri koruma görevini yerine getirir. '' Bugün üniversitelerin hukuk fakültelerinde anlatıldığının tersine olarak, insanlara kendi emeklerinin ürününden yararlanmaları hak­kı hiçbir zaman, hiçbir devletçe tanınmamıştır. Tam tersine, her devlet geniş halk yığınlarını, emeklerinin ürününün büyük bölümünden yararlanma hakkından yoksun bırakır, bundan ayrıcalıklı sınıfların yararlanmasını sağlayacak yasal düzenlemeler yapar. Geniş halk yığınlarım yoksulluk çizgisine yakın bir çizgide tutmak ve onlan geçmiş çağlarda toprak beylerinin ve rahiplerin; Ortaçağ’da toprak beyi, din adamı ve tüccarın ve nihayet günümüzde, sanayicilerin ve finans çevrelerinin sömürüsüne terk etmek, ister teokratik, ister oligarşik, isterse demokratik (yani kilise, artı, ayrıcalıklı sınıflar ya da sözde halk) olsun, bütün devletlerin temel ve değişmez görevidir. '' ( Pyotr Kropotkin - Çağdaş Bilim ve Anarşi, Agora Yayınları, Sy. 320-321) Devlet kendi varlığını sağlaştırmak ve kendi varlığına karşı olası muhalefeti engellemek adına toplumdaki bireyleri ideolojik propaganda ile donatır. Bunlardan birisi devletin sağladığı kamu eğitimi sistemidir. Kropotkin bu durumu şöyle açıklar; '' Örneğin bugün devlet bütün yurttaşlarına zorunlu eğitimi dayatıyor. Özünde, yani çocuğunu evde tutmak, ya da fabrikaya çalışmaya ya da 'eğitim' için kör cahil keşişlerin yanma göndermek isteyen ana babalara karşı çocuğun eğitim alma hakkı açısından baktığımızda, güzel bir uygulama. İyi de bugün pratikte devletin verdiği ilköğretim neye dönüşmüştür? Çocukların kafaları hangi 'bilgilerle' ve ne için bombardıman edilmektedir? Devletin yurttaşlar üzerinde hakları olduğunu asla unutmamaları için, devletin bazı toplumsal katmanlara tanıdığı tekel haklarını aklamak için, zenginin yoksulu sömürmesini kutsal bir hak olarak görmeleri için, devletin adalet terazisinin duyarlığından kuşkulanmamaları için istilacıları, fatihleri insanlığın büyük kişilikleri olarak bellemeleri için, vb. Cizvit papazlarından miras alınmışa benzeyen bu eğitim sistemiyle amaçlanan, çocukta bağımsızlık ruhu, bireysel girişim ruhu adına ne varsa yok etmek, onu beyniyle, bedeniyle (hem düşünsel, hem de eylemsel olarak) bir köleye dönüştürmektir.'' ( Pyotr Kropotkin - Çağdaş Bilim ve Anarşi, Agora Yayınları, Sy. 257) Bir başka ideolojik endoktrinasyon yolu da zorunlu askerlik sistemidir. İnsanlara itaat ve düzene adapte olma yeteneğinin kazandırıldığı askerlik kurumu aynı zamanda düzeni korumak için gerekli olan kolluk gücünü de oluşturur; '' Çocuk büyüyüp de delikanlı olunca, devleti bu kez de zorunlu askerlik için karşısına dikilmiş bulur. Devlet gence, zorunlu askerlik yaptırabileceği gibi, isterse uygun gördüğü herhangi bir işte de çalıştırabilir. Ve son olarak, vergiler yoluyla her yurttaşı devlet ve devletin gözdeleri (ayrıcalıklılar) adına pek çok işte çalıştırabilir ve bunu yaparken de onun, 'ben bu işi devletim için gönül rızasıyla yapıyorum; bu çalışmalardan devlet hazinesine girecek paraları da, meclisteki temsilcilerim aracılığıyla ben yönetiyorum' şeklinde düşünmesini sağlar.'' ( Pyotr Kropotkin - Çağdaş Bilim ve Anarşi, Agora Yayınları, Sy. 257) 

 Kropotkin tahlilini sadece, devletin egemen sınıfları koruması ve ideolojik hegemonyayı oluşturup muhafaza etmesi üzerine kurmaz. Devletin büyük gücünü yaratan araçları bir ya da iki faktörle sınırlamamakta, çok geniş ve çoklu bir spektrumda ele almaktadır. Bu araçlardan birisi de vergidir. Kropotkin vergi hakkında şunları söyler; '' Zengin sınıfların çıkarlarına dönük olarak uyguladığı zorunlu askerlik ve ulusal eğitim aracılığıyla, ayrıca kilisenin ve binlerce memurunun desteğiyle, uyrukları üzerinde sınırsız bir egemenlik kuran devletin, bu egemenliğini pekiştirip büsbütün güçlendirmesi vergiler sayesinde oluyor. '' ( Pyotr Kropotkin - Çağdaş Bilim ve Anarşi, Agora Yayınları, Sy. 263)  ''Sonuç olarak bizim bugün devlete ödemekte olduğumuz vergiler özgür genel anlaşmayla yürütülen komün çalışmasından değil, fetihten, serflik hukukundan kaynaklanmaktadır. Gerçekten de, devlet 16. ,17. ve 18. yüzyıllarda uyruklarına zorunlu çalışmayı dayattığında, söz konusu olan iş, köylülerin özgür anlaşma temeli üzerinde giriştikleri bir iş değildi. Komün çalışmaları, münhasıran komün üyelerinin gereksinimlerini gidermeye dönük çalışmalar olarak sürerken, yüz binlerce köylü ulusal yolların yapımı, kale yapımı, ordunun iaşesinin taşınması, lagar beygirleri üzerinde uzun yollar aşıp zenginlere yeni şatolar fethetmek gibi komünleriyle hiç ilişkisi olmayan işlerde çalıştırılıyorlardı. Başka binlerce işçiyse devletin maden ocaklarında, fabrikalarında çalışıyorlardı; çiftlik kahyalarının sopasından yılarak kaçan üçüncü bir grup işçiye gelince, bunlar, bu çılgınca fantezilerinden dolayı kendilerini bağışlatmak için efendilerinin arazilerinde yapay göl açmak; kral, efendileri ya da efendilerinin kapatmaları için köşk yapmak gibi işlerde çalıştırılıyorlardı; oysa aynı anda çocukları açlıktan karapazı yiyor ya da yollarda dileniyorlardı ya da kendileri silahlı askerlerin el koydukları buğdaylarını geri alabilmek için kurşunlanmayı göze alıyorlardı.''  ( Pyotr Kropotkin - Çağdaş Bilim ve Anarşi, Agora Yayınları, Sy. 265) 

 Kropotkin, kapitalizmin modern devleti yarattığı kadar modern devletin de kapitalizmi şekillendirdiğini savunmuştur.  Bu ikilinin birlikteliği kaçınılmaz olarak tekellerin ortaya çıkışını gerçekleştirmiştir. '' Ne yana baksak aynı şeyi görüyoruz. Öylesine ki, varlığını devletin tekelci desteğine, hükümetin sağladığı çeşitli kolaylıklara değil de, kendiliğinden giriştiği endüstriyel etkinlere borçlu olan tek bir büyük sermaye grubu gösterebilmek mümkün değildir. Henry George’un da belirttiği gibi, Amerika Birleşik Devletleri için bu büsbütün böyledir.'' ( Pyotr Kropotkin - Çağdaş Bilim ve Anarşi, Agora Yayınları, Sy. 289) '' Birileri çıkıp da, devletin verdiği imtiyaz ya da tekel hakkıyla para babalarının ve iş bilir tüccarların yağmaladığı zenginliklerin listesini tutacak olsa, ya da tüm hükümetlerin (parlamenter, monarşik ya da cumhuriyetçi hükümetlerin) açık ya da gizli rüşvetler karşılığı, toplumun tümüne ait zenginlik olmaktan çıkararak belli kişilere terk ettiği zenginliklerin hesabını yapabilse, dünyanın her yanında işçiler hop oturup hop kalkarlardı. Bu böyle olurdu, çünkü aldığı zavallı ücretle kıt kanaat geçinenlerin kavramakta bile zorlanacakları, masalsı rakamlar ortaya çıkardı.'' ( Pyotr Kropotkin - Çağdaş Bilim ve Anarşi, Agora Yayınları, Sy. 289-290) 

 Kropotkin'in Otoriter Sosyalizm ve Bolşevizm Eleştirisi:

 Kropotkin, paranın ve her türlü mübadele aracının ortadan kalkmasını, insanların üretilen hizmet ve ürünlerden herhangi bir aracı olmaksızın yararlanmasını savunması açısından bir komünistken, devletin, onun bir uzantısı olarak siyasi partilerin ve bürokrasinin, temsili demokrasinin, hiyerarşik kurumların ve merkezciliğin ortadan kaldırılmasını savunması açısından da bir anarşistti. Bu onu anarko-komünist, yani komünist-anarşist yapıyordu. Devletin, egemen sınıfların ve tahakküm arzusunda olan kimselerin, kendi ayrıcalıklarını korumaları ve diğer bireyler üzerinde gözetim ve baskı kurmaları için icat edilmiş bir araç olduğunu düşünüyordu. Bu nedenle komünizm veya sosyalizm, her ne olursa olsun, Kropotkin'e göre bir siyasi elitin tekeline  giremez, partileşemez ve devlet aracılığıyla temsil edilemezdi. ''Devrimci hükümet! Bunlar, toplumsal devrimin ne anlama geldiğini ve bir hükümetin ne anlama geldiğini gerçekten anlayanların kulaklarına çok tuhaf gelen iki kelimedir. Bu kelimeler birbiriyle çelişir, birbirini yok eder. Elbette pek çok despotik hükümetler gördük - devrime karşı gericiliğin yanında yer almak, despotizme eğilim göstermek tüm hükümetlerin özüdür. Ama devrimci hükümet diye bir şey hiçbir zaman görülmedi ve bunun nedeni, devrimin - yani yerleşik mülkiyet biçimlerinin şiddetle yıkılması, kastların yok edilmesi, ahlakla ilgili edinilmiş fikirlerin hızlı dönüşümü anlamına gelmesidir. Bu da hükümetin yadsınması anlamına gelir. Hükümet ise, tam tersine,  kurulu düzenin, muhafazakarlığın, mevcut kurumların sürdürülmesinin, özgür inisiyatifin ve bireysel eylemin yadsınmasının eşanlamlıdır.'' (Roger N. Baldwin - Kropotkin's Revolutionary Pamphlets, Dover Publications, sy. 238) Bu bağlamda ele almış olduğu bir mesele de komünizmin bireyi küçülten bir ideoloji olup olmadığıdır. Bu durumdan şöyle bahsetmiştir; '' Komünizm ekonomik bir yapılanış olarak, eksiksiz birey özgürlüğünden tutun, herkesin köleleştirilmesine dek pek çok değişik biçimlerde uygulanabilir. Toplumsal yaşamda gerçekleştirilecek öbür yapılanma biçimlerinin de kayıtsız kalmadığı bir durumdur bu, kuşkusuz: Örneğin bunlardan kimileri, yurttaş ve mülkiyet eşitliğini reddetmekle, doğal olarak belli toplumsal sınıf ya da tabakaların ötekileri köleleştirmesi gibi bir toplumsal sonucun da yaratıcısı olacaklardır. Öte yandan komünizm de örneğin, bütün keşişlerin başrahibin iradesine boyun eğdiği bir manastır yapılanması türünde gerçekleşebileceği gibi, toplumun her üyesinin tam anlamıyla bağımsız ve birbirine eşit olduğu özgür yoldaşlık yapılanması türünde de gerçekleşebilir. Bu arada yoldaşça birlikteliğin de, üyelerin birlikte olmak istedikleri sürece süreceğini unutmamak gerekir; bu konuda hiçbir zorlamada bulunulamayacağı gibi, tam tersine, herkesin özgürlükleri sonuna dek savunulacak, hatta bununla da kalınmayıp özgürlüklerin her yönde daha da geliştirilmesi için çalışılacaktır. Bir yanda emir-komutacı, zorlamacı bir komünizm vardır (yaşamın, deneyimlerin de gösterdiği gibi, komünün çabucak yok olması sonucunu doğurur bu), bir yanda ise anarşik komünizm.'' ( Pyotr Kropotkin - Çağdaş Bilim ve Anarşi, Agora Yayınları, Sy. 173) Kısacası Kropotkin'e göre komünizm praksisinin getirileri otoriter mi yoksa anarşist nitelikte mi olduğuna bağlı olacaktır. Önceki komün deneyimlerinin başarısızlığının bir ayağının burada olduğuna inanmıştır. Emir-komutacı ve  cizvit ahlakçı yapı komünleri anarşist olmayan bir yapı büründürmüştür. '' İlkin şunu belirtelim: Bu tür komünlerin hemen hepsi, yarı dinsel bir temel üzerinde -en azından dinsel bir gönül akışıyla- kurulmuşlardır. Bu komünlerin kurucularının gönlünde hep ‘insanlık müjdecisi,' yüce düşüncelerin duyurucusu’ olmak gibi bir aslan yatmıştır; dolayısıyla da en küçük ayrıntılarda bile son derece katı bir disiplinle yüksek ahlak kurallarına boyun eğme zorunluluğu dayatan sistem içinde, komün yaşamının özel koşulları, insanların gerek iş saatlerini, gerek bunun dışında kalan zamanlarını tümüyle komüne hasretmek gibi bir olmazsa olmazla birleşince, yozlaşma kaçınılmaz olmuştur'' ( Pyotr Kropotkin - Çağdaş Bilim ve Anarşi, Agora Yayınları, Sy. 160) 

 Kropotkin, tüm bu fikir ve eylemlerinin bir yan ürünü olarak, beklenilebileceği üzere Sovyetler Birliği'nde Bolşeviklerin iktidarını eleştirmiştir. Çarlığın yıkılışını büyük bir coşkuyla karşılamış ve savunmuş olsa da, Bolşeviklerin gerçek anlamdaki demokratik kurumlar olan sovyetleri, yani işçi konseylerini yıkmaları ve yerine bürokratik bir parti diktatörlüğü kurmaları onu dehşete düşürmüştür. Kendisi bu Vladimir Lenin'e bu konuyu ele alan bir mektup dahi yollamıştır.

 Kropotkin'in Lenin'e Mektubu:

 Dmitrov (Moskova ili)

21 Aralık 1920

 Saygıdeğer Vladimir Illich,

 Izvestiia ve Pravda’da, Sovyet hükümetinin, Savinkov’un gruplarındaki SR’ları [Sosyalist Devrimci Parti üyeleri], milliyetçi ve stratejik merkezden Beyaz Muhafızları ve Wrangel’in subaylarını rehin olarak tutacağına; sovyet liderlerinden herhangi birine karşı suikast girişiminde bulunulması durumunda bu rehineleri ''acımadan katledeceğine'' dair bir duyuru yayımlandı.

 Etrafında, böyle tedbirlerin Ortaçağ’ın ve din savaşlarının en kötü dönemlerine dönüş anlamına geleceğini, ve komünist ilkeler üzerine kurulu bir toplum yaratma görevini üstlenmiş bir halkın bunu hak etmediğini yoldaşlarına hatırlatabilecek ve açıklayabilecek tek bir kişi bile yok mu? Komünizmin geleceğini önemseyen kimse böyle tedbirler almaya yanaşamaz.

 Rehinin ne olduğunu sana kimsenin açıklamamış olması mümkün müdür? Bir rehine, herhangi bir suçtan dolayı hapsedilmez. Düşmana şantaj yapabilmek için rehin tutulur. ''Bizden birini öldürürseniz, biz de sizden birini öldürürüz.'' Ama bu bir adamı her sabah darağacına götürüp geri döndürmek, ''Biraz daha bekle, bugün değil...'' demek değil midir?

 Yoldaşların, bunun rehineler ve aileleri için işkencenin geri getirilmesi olduğunu anlamıyorlar mı?

 Birinin çıkıp bana iktidardaki insanların da kolay hayatlar sürmediklerini söylemesini bekliyorum. Günümüzde, kralların arasında bile suikast olasılığını ''mesleki bir tehlike'' sayan kimseler var.

 Ve devrimciler, hayatlarını tehdit eden mahkemelere karşı kendilerini savunma sorumluluğunu üstleniyorlar. Louise Michel bu yolu seçti. Ya da Malatesta ve Voltairine de Cleyre’nin yaptığı gibi, işkence görmeyi reddediyorlar.

 Krallar ve papalar bile rehin almak gibi barbarca öz savunma yöntemlerini reddediyorlar. Yeni bir hayatın havarisleri ve yeni bir toplumsal düzenin mimarları nasıl olur da düşmanlarına karşı böyle bir öz savunma yöntemini benimseyebilirler?

  Bu, komünist deneyi başarısız bulduğunuz ve değerli gördüğünüz sistemi değil, kendinizi kurtarmayı amaçladığınız anlamına gelmez mi?

 Yoldaşların, sizin, komünistlerin, (hatalarınıza rağmen) gelecek için çalıştığınızın farkında değiller mi? Ve bu yüzden ilkel teröre çok yakın eylemlerde bulunarak çalışmanızı lekelememeniz gerektiğinin? Geçmişteki devrimciler tam da bu eylemleri gerçekleştirdikleri için yeni komünist çalışmalar çok zorlaşıyor. 

 En iyilerinizin gözünde, komünizmin geleceğinin, hayatlarınızdan daha değerli olduğuna inanıyorum. Bu gelecek hakkındaki hayaller, sizi bu tedbirlerden vazgeçmeye itmeli.

 Ciddi eksikliklerine rağmen (ve ben, bildiğin gibi, onların çok iyi farkındayım), Ekim Devrimi muazzam bir gelişmeyi sağladı. Batı Avrupa’daki insanların düşünmeye başladıklarının aksine, toplumsal devrimin imkânsız olmadığını gösterdi. Ve tüm kusurlarına rağmen, eşitliğe doğru, geçmişe dönüş girişimleriyle aşındırılamayacak bir şekilde ilerleme kaydediyor.

 O zaman neden devrim, sosyalizme ya da komünizme özgü olmayan, eski düzen ve kargaşayı, sınırsız, her şeyi yiyen bir otoriteyi temsil eden kusurlarla, onu yıkıma sürükleyen bir yola itiliyor?

 P. A. Kropotkin (https://www.marxists.org/turkce/kropotkin/1920/aralik-21-1920.htm)

 8 Şubat 1921 tarihinde zatürre nedeniyle hayatını kaybetmiştir.                         (https://en.wikipedia.org/wiki/Peter_Kropotkin#Death)

 Kropotkin'e Karşı Yaygın Eleştiriler:

 Kropotkin'e karşı yapılan bir anarşist eleştiri, anarko-komünist olmayan anarşistlerce yapılmıştır, ancak komünist-anarşizm, anarşizm içerisindeki en yaygın ve baskın eğilim olması sebebiyle bu tutum diğer eleştiriler kadar öne çıkmamıştır. En çok öne çıkan eleştiriler Kropotkin'in I. Dünya Savaşı sırasında İtilaf Devletleri'ni desteklemesi olmuştur. Anarşist hareket, beklenildiği üzere herhangi bir dünya savaşında taraf tutmaktan uzak kalmıştır. Bu savaş devletlerin ve sermaye gruplarının savaşıdır. Kropotkin'in herhangi bir yöne taraf olması anarşizm dışı bir tavır olmuştur. Bir diğer eleştiri noktası ise Kropotkin'in katı bir pozitivist ve buna bağlı olarak mekanikçi, deterministik bir hayat görüşünü benimsemiş olmasıdır. Özellikle anarko-komünist Errico Malatesta tarafından dile getirilen bu eleştiriye göre Kropotkin, çok büyük bir bilim insanıdır ancak bilimi bir ideolojiyi kesinleştirmek için kullanarak hata yapmıştır. Ona göre anarşizmin dogmatik olmaması için bilimle ve akılla çelişmemesi yeterlidir ancak Kropotkin, anarşizmi bilimle kesiştirmeye çalışmıştır. 

 Errico Malatesta: İtalyan Bir Asi

 Malatesta 1853'te Güney İtalya'nın Caserta bölgesinde liberal bir küçük toprak sahibinin oğlu olarak dünyaya geldi. (Peter Marshall - Anarşizmin Tarihi: İmkansızı İsttemek, İmge Yayınları, sy. 488) Cizvit okulunda dini bir eğitim almıştır. Fikirleri, asi kişiliği ve tüm bunlardan ödün vermeyişi nedeniyle çok çetrefilli ve hareketli bir yaşam sürmek zorunda kalmıştır. Eğitimi sırasında henüz 14 yaşındayken  Mazzini ve Garibaldi'ye duyduğu cumhuriyetçi sempati, Kral II. Victor Emmanuel'e yöredeki adaletsizlikleri şikayet eden bir mektup yazmasına ve tutuklanmasına neden oldu. (Peter Marshall - Anarşizmin Tarihi: İmkansızı İsttemek, İmge Yayınları, sy. 488) Erken yaşta yaşadığı bu deneyim, ilerleyen süreçte tıp eğitimi almak için girdiği Napoli Üniversitesi'nde de sürmüştür. O dönemde cumhuriyetçi gösterilere katıldığı için üniversiteden atılmıştır. 1872 yılında Bakunin'le tanışmış ve anarşist olmuştur. 1878 yılında sürgüne gitmiş, 1884'te üç yıl hapse mahkum edilmiş ve benzeri şeyleri birkaç kez yaşamıştır ancak her seferinde kaçmayı ve kendisini kurtarmayı başarmıştır. (Peter Marshall - Anarşizmin Tarihi: İmkansızı İsttemek, İmge Yayınları) Ailesinden kendisine kalan evi, içerisindeki kiracıya devretmiş ve üniversiteden atıldıktan sonraki süreçte mekanik ve elektrikçilik üzerine çalışmıştır. Ekim 1876'da , "anti-otoriter" Enternasyonal'in Bern kongresinde aktif bir rol oynadı,  burada Bakunin'in ideolojik mirasından biraz uzaklaşarak, "kolektivizmi" "özgürlükçü komünizm"in bir savunucusu olmak adına reddetmiştir. ( Daniel Guerin - No Gods, No Masters: An Anthology of Anarchism, AK Press, sy. 349) 1877'de Benevento eyaletinde, kendisi gibi önemli bir İtalyan anarşist olan Carlo Cafiero ile birlikte aktivizmlerini eyleme dökmeye karar verdiler. Bu eylem Blanquist tarzda bir eylem olmuştu. 30 enternasyonalist eylemciyle birlikte Lentino köyünü ele geçirdiler, halka silah verdiler ve tüm kamu kayıtlarını yaktılar. Silahlanan halk olaya seyirci olma kararı verdi. Bu zaten başlı başına tuhaf bir eylemdi ve Cafiero ile Malatesta olay yerinde tutuklandılar. Jandarmalara ateş ettiklerini kabul etmelerine rağmen yargılandıklarında beraat ettiler. ( Daniel Guerin - No Gods, No Masters: An Anthology of Anarchism, AK Press, sy. 349)

 Cenevre'de bulunduğu sürede Malatesta, ''Le Revolte'' isimli anarşist gazetenin üretiminde Kropotkin'e yardımcı olmuştur. İsviçre'den uzaklaştırıldıktan sonra Londra'ya geçmiş ve 1881 yılında, anarşistlerin Londra'da kaçınılmaz olarak bir birlik oluşturmaları ve örgütlenmeleri gerektiğini dile getirmiştir.  (Daniel Guerin - No Gods, No Masters: An Anthology of Anarchism, AK Press, sy. 349) Yaşamının sonraki dönemlerinde Malta'da, Arjantin'de ve İspanya'da da bulunan Errico Malatesta, 22 Temmuz 1932 yılında ölmüştür.

 Malatesta'nın Anarşizm Anlayışı:

 Malatesta da tıpkı Kropotkin gibi komünist-anarşizmi, yani anarko-komünizmi benimsemiş bir anarşistti. Kropotkin'in aksine, farklı anarşizm ekollerine karşı kapıyı açık bırakıyor ve onların da haklı olma olasılığını göz ardı etmediğini söylüyordu; ''Biz mutlak gerçeğe sahip olmakla övünmüyoruz, aksine biz, sosyal gerçeğin sabit bir nicelik olmadığına, her dönem için geçerli, evrensel olarak uygulanabilir ya da önceden saptanabilir olmadığına inanıyoruz, ancak özgürlük güvence altına alındığında insanlık zamanla kargaşa ve sürtüşmeleri en aza indirerek yeniliklere doğru ilerleyecektir. Bu nedenle bizim çözümlerimiz, farklı ve daha iyi olduğu umut edilen çözümlere daima açık kapı bırakır.'' ( Der. Vernon Richards - Malatesta: Seçme Yazılar, Kaos Yayınları, sy. 11)

 Malatesta, anarşistlerin mücadelesinin, tahakküm kuran ve bunu kurallaştıran her türlü rejime karşı verildiğini vurgulamıştır; ''Anarşist metodun esas temeli özgürlüktür, bu nedenle biz, egemen rejim ne olursa olsun - monarşist, cumhuriyetçi ya da bir başkası - özgürlüğü (herkes için eşit özgürlüğü) çiğneyen her şeye karşı mücadele ediyoruz ve mücadele etmeye devam edeceğiz.''  ( Der. Vernon Richards - Malatesta: Seçme Yazılar, Kaos Yayınları, sy. 11) Malatesta için anarşizm en arzu edilebilir örgütlenme biçimidir. Bireyin özerkliğini tanıyan ve bunu yaparken sağlıklı toplumsal etkileşimi de kaçınılmaz olarak bireyin varlığı için zaruri gören anarşizm, bu anlayışıyla gerçek bir özgürlük imkanı yaratmaktadır. En arzu edilebilir örgütlenme biçimi olması, anarşizmin gerçekleşmesi için yeterli değildir. Onun için mücadele edilmesi gereklidir. '' Anarşist olmak için anarşizmin güzel bir ideal olduğunu kabul etmek yeterli değildir - kuramsal olarak bunu herkes kabul eder; hükümdarlar, liderler, kapitalistler, polisler ve hatta sanıyorum Mussolini bile - ; anarşist olmak için anarşizmi gerçekleştirme mücadelesi verilmeli ya da en azından devletin ve ayrıcalığın gücünü azaltmaya çalışarak ve daima daha fazla özgürlük ve daha çok adalet talebinde bulunarak anarşizmin gerçekleşmesi yönünde çaba gösterilmelidir.'' ( Der. Vernon Richards - Malatesta: Seçme Yazılar, Kaos Yayınları, sy. 13) Kısacası Malatesta, anarşizm idealinin gerçekleştirilmesi için kesin ve örgütlü bir mücadeleyi zorunlu olarak değerlendirmiştir. Malatesta'nın dikkat çektiği bir başka konu da anarşizmin, anarşist idealler taşımayan kimseleri de cezbedebilecek. bir ideoloji olmasıdır. Malatesta bu tarz kimseleri '' şiddetli maddi ve entelektüel ihtiyaçları olan, ancak kendilerini tesadüfen ezilenler arasından bulan ve ne pahasına olursa olsun özgürlüğe kavuşmanın yollarını arayan, buna ulaşmak için zorba olmaktan çekinmeyen, güçlü, zeki ve ihtiraslı bireyler'' olarak tanımlamıştır. ( Der. Vernon Richards - Malatesta: Seçme Yazılar, Kaos Yayınları, sy. 11) Bu kimseler anarşizm mücadelesine zarar vermektedirler. Bu kimselere karşı da mücadele verilmelidir ancak sırf onların varlığı dolayısıyla, anarşist olmaktan ve kendimizi anarşist olarak tanımlamaktan vazgeçemeyiz der. 

 Malatesta, yazının başında da belirtildiği üzere farklı anarşizm ekollerine saygılı birisiydi. Kendisi komünist-anarşizmin, yani her türlü mübadele aracı ve paranın ortadan kaldırıldığı bir anarşizm modelinin en ideali olduğuna inanıyordu, ancak aksinin tecrübe edilmesi halinde bu fikre sıkı sıkıya bağlanmayacağını da söylüyordu. Malatesta, anarko-komünist olma sebebini şöyle ifade etmektedir; ''Kendini komünist olarak adlandıran anarşistler (ben de onlardan biriyim), kendi düşünce tarzlarını başkalarına zorla kabul ettirmek istedikleri için ya da komünizm dışında bir kurtuluş olamayacağına inandıkları için değil, ne kadar çok insan kardeşçe yaşama katılırsa ve ilgili herkesin yararına daha sıkı bir işbirliğine ne kadar çok insan katılırsa her bir kimsenin yararlanacağı özgürlük ve mutluluğun o denli büyük olacağını aksi kanıtlanana kadar kabul ettikleri için komünist olarak adlandırılırlar. İnsanın, diğer insanların baskısından kurtulmuş olsa bile doğanın düşman güçlerine hala maruz kaldığına; tek başına bunların üstesinden gelemeyeceğine, ancak diğer insanlarla güçlerini birleştirerek bu doğa güçlerini evcilleştirip kendi yararına dönüştürebileceğine inanırlar. Maddi ihtiyaçlarını tek başına çalışarak sağlamak isteyen insan kendi işinin kölesidir... dahası yaşamını sürdürmesine yetecek üretimde bulunduğundan her zaman emin olamaz. '' ( Der. Vernon Richards - Malatesta: Seçme Yazılar, Kaos Yayınları, sy. 14) Yine de Malatesta, komünizmin ancak anarşist prensipler çerçevesinde gerçekleşebileceğini ve gerçekleşmesi için maddi koşulların yeterliliğinin zorunlu olduğunu söyler. '' Şu an için sadece aynı ruh soyundan olan ve birbirleriyle komünistçe ya da ticari ilişkiler içindeki insanların oluşturduğu çeşitli topluluklar düşünülebilir; ve bu sınırlar içinde bile komünizm ile özgürlük arasında her zaman olası bir uzlaşmazlık sorunu söz konusudur. İnsanları kardeşliğe, bilinçli ve gönüllü dayanışmaya, komünizmi olabildiğince yaymaya ve uygulamaya teşvik edecek duyguların var olduğu farz edilse bile tıpkı tam anlamıyla bireyciliğin imkansız olduğu kadar ekonomik de olmayacağı nasıl gerçekse tam anlamıyla komünizmin de imkansız olduğu kadar anti-liberter de olacağına ve daha geniş bir alana uygulanması durumunda ise bu imkansızlığın ve anti-liberterliğin boyutlarının artacağına inanıyorum.'' ( Der. Vernon Richards - Malatesta: Seçme Yazılar, Kaos Yayınları, sy. 24-25) 

 Malatesta, bireyci anarşistlerin komünist anarşistlere ve komünist anarşistlerin de bireyci anarşistlere karşı olmasını şu şekilde değerlendirir; ''Bireyciler, anarşist-komünistlerin komünizmi dayatmak istediklerini ve bunun doğal olarak onları anarşizmin dışına çıkardığını düşünürler ya da böyle varsayarak konuşurlar. Komünistler, anarşist bireycilerin her türlü örgüt fikrini reddettiklerini ve bunun doğal olarak onları anarşizmin dışına çıkardığını düşünürler ya da böyle varsayarak konuşurlar. Aslında komünistler, komünizmde kardeşliğin özgürce kabul edildiğini gördükleri ve komünizmin bireysel özgürlüğün en iyi güvencesi olduğunu düşündükleri için komünisttirler. Ve bireyciler, gerçekten anarşist olanlar anti-komünisttirler, çünkü komünizmin, bireyleri kolektivitenin ve aslında partinin ya da kastın tiranlığına tabi kılmasından korkarlar; bu kolektivite eşyaların yönetimini bahane ederek maddi kaynakları ve böylece bu kaynaklara ihtiyaç duyan insanları kullanma gücüne sahip olmayı başarabilir. Bu nedenle her bireyin ya da her grubun, adalet ve hakkaniyet ilişkilerini sürdüreceği diğer birey ve gruplarla eşit şartlar altında, emeğinin karşlığını özgürce kullanabileceği konumda olmasını isterler. (Der. Vernon Richards - Malatesta: Seçme Yazılar, Kaos Yayınları, sy. 20) Malatesta, komünist-anarşizmi bireyci anarşizme tercih etmekte doğal sebepler ve dayanışma yasasının bireysel özgürlüğü daha iyi sağlayacağı gibi faktörleri öne sürmüştür. '' İklim şartları dünyanın her yanında aynı olsaydı, toprak her yerde aynı verime sahip olsaydı, hammaddeler eşit dağıtılsaydı ve ihtiyaç duyan herkes bunlara ulaşabilseydi, sosyal gelişim dünyanın her yerinde aynı olsaydı, bütün ülkeler geçmiş nesillerin çalışmalarından aynı ölçüde yararlanabilseydi, nüfus dünyanın oturmaya elverişli bölgelerine eşit dağılsaydı; bu durumda, herkesin (birey ya da grupların) sömürmeden ve sömürülmeden, bağımsızca çalışarak üretimde bulunmak için ihtiyacı olan toprak, alet ve hammaddeyi bulma imkanı olacağına inanılabilirdi. Fakat doğal ve tarihsel şartlar ortada olduğundan, şans eseri sahip olduğu bir parça kıraç topraktan biraz olsun kazanç elde edebilmek için emek sarf eden biri ile iyi bir bölgede verimli toprağa sahip bir başkası arasında eşitlik ve adaletten söz etmek nasıl mümkün olabilir? '' (Der. Vernon Richards - Malatesta: Seçme Yazılar, Kaos Yayınları, sy. 20-21) Bu sözlerinden de anlaşılaca üzere Malatesta, bireyci anarşizmdeki sermaye ve rekabetin özgür bireyler yerine katı hiyerarşiler ve efendi ile köleler yaratacağını düşünmüştür. Bunun sebebi olarak da ülkelerin coğrafi faktörlerini, nüfusu ve erken dönem kolonyalizm sonucu güç dengesizliklerini göstermiştir. 

 Malatesta, devrimci anarşist bir programın içermesi gereken 7 ilkeden bahsetmiştir; 

 1. Hiç kimsenin hayatının başkalarının emeğini sömürerek kazanmaması, herkese yaşama ve üretimde bulunma imkanlarının sağlanması ve herkesin gerçek anlamda bağımsız olarak ortak bir amaç etrafında ve kişisel ilgilerine göre özgürce birleşebilecek durumda olması için; üretim araçları, hammadde ve toprak üzerinde özel mülkiyetin kaldırılması.

 2. Kanunlar koyan ve bu kanunları başkalarına dayatmaya çalışan hükümetin ve tüm diğer güçlerin ortadan kaldırılması; Yani, monarşilerin, cumhuriyetlerin, parlamentoların, orduların, polis gücünün, yargı organlarının ve zorlayıcı güce dayanan tüm kurumların kaldırılması.

 3. Bilim ve deneyimin kılavuzluk ettiği, doğal ihtiyaçlardan kaynaklanmayan tüm dayatmalardan uzak, herkesin gerekli bir ihtiyaç duygusuyla gönüllü olarak kabul ettiği, üyelerinin istekleri doğrultusunda oluşturulan ve değiştirilen, üretici ve tüketicilerin bağımsız kurum ve federasyonları vasıtsasıyla sosyal yaşamın örgütlenmesi.

 4. Çocukların ve kendi geçimini sağlayamayanların, mutluluk ve gelişimi için gerekli tüm yaşamsal olanakların güvence altına alınmasını.

 5. Bilim kisvesine bürünmüş dahi olsa tüm dini inanç ve yalanlarla savaş. Herkese ileri düzeyde bilimsel eğitim. 

 6. Düşmanlıklarla ve yurtseverlik önyargılarıyla savaş. Sınırların ortadan kalkması; tüm insanlar arasında kardeşlik. 

 7. Ailenin tüm yasal bağlardan, ekonomik ve fiziksel baskılardan ve tüm dinsel önyargılardan uzak, aşka dayanarak yeniden yapılanması. (Der. Vernon Richards - Malatesta: Seçme Yazılar, Kaos Yayınları, sy. 16-17) 

 Errico'nun bilim ve teknik gelişmelere olan bakış açısı aydınlanmacı anlayış ile doğru çizgide olmuştur. Bu açıdan anarşizm, bilimin halk ve insanlık yararına kullanılacağı bir toplumsal örgütlenme biçimi olacaktır. Buna karşın, sert bir pozitivizm eleştirisinde de bulunmuştur. Bilim kendi başına iyi ya da kötü bir sonuç doğurmaz. Bu onun kullanım biçimi ve alanı ile ilişkilidir. Bunun yanı sıra ''bilimsel anarşizm'' ve ''bilimsel sosyalizm'' gibi söylemleri komik bulup reddetmiştir. Hiçbir ideoloji pozitif bilimin sınırları çevresinde seyretmez. Onun için önemli olan anarşizmin bilimsel olup olmaması değil, bilimle çelişen idealist metafiziğe karşı çıkıyor olmasıdır. '' Haklı da olabilirim, yanılıyor da, fakat ne olursa olsun dönemin modasından sakındığım, bu nedenle dogmatizmden ve mutlak ''sosyal gerçeğe'' sahip olma iddiasından uzak olduğum için mutluyum.'' (Der. Vernon Richards - Malatesta: Seçme Yazılar, Kaos Yayınları, sy. 27) Özgür iradeyi dışlayan mekanikçi bir anlayışın anarşizm ile taban tabana zıt olduğunu savunmuştur. Bu sebeple yaşamın anarşiyi dayattığını veya anarşizmin kaçınılmaz olarak gerçekleşeceğini savunan belirlenimci yaklaşımları yalancı bilim olarak değerlendirmiştir.  

 Şiddet ve anarşizm arasındaki ilişkiye değinen Malatesta, anarşizmin şiddete karşı olduğunu ve tek meşru şiddet tipinin öz savunma olduğunu söylemiştir. '' Anarşistler şiddete karşıdır; herkes bunu bilir. Anarşizmin temel ilkelerinden biri insanlar arası ilişkilerden şiddetin kaldırılmasıdır. Anarşizm, jandarmanın müdahalesi olmaksızın, bireyin özgürlüğüne dayanan bir yaşamdır. Bu nedenle biz, emekçileri, sömürülmelerini kabul etmeye zorlayan hatta onları sömürmek patronların yararına olmadığında işsiz ve aç kalmalarına neden olan jandarmanın korumasına dayanan kapitalizmin düşmanıyız. Dolayısıyla, toplumun zorlayıcı ve zorba örgütü olan devletin düşmanıyız.'' (Der. Vernon Richards - Malatesta: Seçme Yazılar, Kaos Yayınları, sy. 40-41) ''Köle daima meşru müdafaa durumundadır ve bu nedenle patrona, sömürücüye yönelttiği şiddet ahlaki olarak daima aklanabilir ve bu şiddeti kontrol edebilecek tek şey, 'en iyi, en ekonomik kullanım insan emeği ve ıstırabıdır' şeklindeki düşüncedir.'' (Der. Vernon Richards - Malatesta: Seçme Yazılar, Kaos Yayınları, sy. 41) 

 Malatesta, devlet ile sermayenin birbirinden ayrı ele alınmayacağını savunmuştur. Bu sebeple birisini ortadan kaldırmak için her ikisi de bitirilmelidir. '' İnsanları baskılamanın iki yolu vardır: ya doğrudan kaba kuvvetle, yani fiziksel şiddetle; ya da dolaylı olarak onları yaşam araçlarından mahrum bırakarak ve böylece bir teslimiyet durumuna indirgeyerek. İlki, gücün, yani siyasi ayrıcalığın kökenindedir; ikincisi mülkiyetin, yani ekonomik ayrıcalığın kökenidir. İnsanlar ayrıca zekaları veya duyguları üzerinde çalışılarak da ezilebilirler ki bu durum dini ya da ideolojik gücü oluşturmaktadır; ama manevi güç, maddi güçlerin sonucu dışında var olmadığı gibi, bir yalan ve onu yaymak için kurulan organizmalar, politik gücü güçlendirmek ve savunmak için olmadıkları sürece var olmaları için bir sebep de yoktur. '' (Errico Malatesta - Anarchy, Freedom Press, sy. 18) Devletin ve sermayenin ortadan kaldırılmasını savunan Errico Malatesta, bunun gerçekleştirilmesi için gerekli olan yolun reformizm değil toplumsal bir devrim olduğunu düşünmüştür. Ona göre reformizm düzenin devamlılığını sağlar, en nihayetinde başarıszlıkla sonuçlanır. '' Toplum emekçiler ve patronlar olarak düşman sınıflara ayrıldığı sürece toplumsal barış bir hayal olarak kalacaktır.'' (Der. Vernon Richards - Malatesta: Seçme Yazılar, Kaos Yayınları, sy. 65) Malatesta, seçim sisteminin yanı sıra sendikalizmi de reformist olarak nitelendirmiş ve en nihayetinde efektif bir strateji olmanın uzağında görmüştür. Bu yargıya anarşist sendikalizmi de dahil etmiştir. ''Sendikalizm (ki bununla herkesin kendi fikrine göre şekillendirdiği teorik türü değil, pratik çeşitliliği kastediyorum) doğası gereği reformisttir. Ondan beklenebilecek tek şey, uğruna mücadele ettiği ve başardığı reformların, devrimci eğitim ve propagandaya hizmet edecek ve daha büyük taleplerin yapılmasına açık olacak şekilde elde edilmesidir. Anarşist ve devrimci hareket ile sendikalist hareket arasındaki herhangi bir kaynaşma ya da kafa karışıklığı, ya birliği kendi özel amaçları bakımından çaresiz kılarak ya da anarşist ruhu zayıflatarak, tahrif ederek ve söndürerek sona erer. Bir sendika sosyalist, devrimci ya da anarşist bir programla ortaya çıkabilir ve aslında çeşitli işçi programları bu tür programlardan kaynaklanır. Ancak zayıf ve aciz olduklarında programa sadık kalırlar - yani, etkili eyleme hazır örgütler yerine, birkaç gayretli ve kararlı adam tarafından kurulan ve yönetilen propaganda grupları olarak kalırlar. Daha sonra, kitleleri cezbetmeyi ve iyileştirmeler talep etme ve dayatma gücünü kazanmayı başardıklarında, orijinal program, kimsenin artık ilgilenmediği boş bir formül haline gelir. Taktikler anın ihtiyaçlarına uyarlanır ve ilk günlerin meraklıları ya kendileri uyarlar ya da yerlerini bugünle ilgilenen ve yarını düşünmeyen 'pratik' insanlara bırakırlar.'' ( Errico Malatesta: The Anarchist Revolution: Polemical Articles 1924-1931, Freedom Press)

 Malatesta-Kropotkin İlişkisi:

  Errico Malatesta ve Pyotr Kropotkin yaşamları boyunca iyi birer dost ve birbirlerine yardımcı çalışma arkadaşı olmuşlardır. Malatesta, Kropotkin'in samimi anarşistliğini ve bilim insanı yönünü her daim övmüştür. Buna rağmen ona karşı eleştirilerini asla sakınmamıştır. Malatesta Kropotkin'i pozitivist olmakla ve anarşizmi de bu pozitivist potada eritmekle itham etmiştir. ''Kropotkin'in işlediğini düşündüğüm iki hatanın üzerinde özellikle durdum - kadercililk teorisi ve aşırı iyimserliği- çünkü bunların hareketimiz üzerinde zararlı sonuçları olduğuna inanıyorum.'' (Der. Vernon Richards - Malatesta: Seçme Yazılar, Kaos Yayınları, sy. 238) Yazmış olduğu ''Yönetim Yanlısı Anarşistler'' isimli makalede Malatesta, Kropotkin'i 1. Dünya Savaşı'nda İtilaf Devletlerini desteklediği için anarşist ilkelere ihanetle suçlamıştır. Anarşistlerin emperyal bir dünya savaşında taraf tutması son derece anti-anarşist bir tutumdur. Kropotkin, Malatesta'ya göre bu tavrıyla anarşist ilkelerini kaybetmiştir.

Rudolf Rocker ve Anarko-Sendikalizm:

 Rudolf Rocker 1873 yılında, Almanya'nın Mainz şehrinde doğmuştur. Babasını 10 yaşında kaybetmiş ve bu durumun yarattığı ekonomik güçlük onu çok ufak yaşta çalışmaya itmiştir. (Rudolf Rocker - Milliyetçilik ve Kültür, Kaos Yayınları, Biyografi Sayfası) Gençlik dönemlerinde Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisi'ne katılmış olsa da II. Enternasyonal'in 1891 yılında Brüksel'de düzenlenen kongresine katılmış ve anarşizmi benimsemiştir. (Rudolf Rocker - Milliyetçilik ve Kültür, Kaos Yayınları, Biyografi Sayfası) Almanya'da polis tarafından aranması dolayısıyla Londra'ya geçmiştir ancak I. Dünya Savaşı sırasında, Alman olması nedeniyle İngilizler tarafından esir tutulmuş ve 1918 yılında esir değişimi anlaşması sayesinde Hollanda'ya götürülerek serbest bırakılmıştır. (Rudolf Rocker - Milliyetçilik ve Kültür, Kaos Yayınları, Biyografi Sayfası) 1919 yılında Almanya'da gerçekleşen devrimin arifesinde Almanya'ya tekrardan dönmüştür ancak sonrasında Naziler'in iktidara gelmesi ve Reichstag Yangını olayları neticesinde Almanya'dan ayrılmak zorunda kalmıştır. Almanya'dan ayrıldığında 60 yaşındaydı ve hayatının kalan 25 senesini Amerika Birleşik Devletleri'nde geçirip 1958 yılında ölmüştür. (Rudolf Rocker - Milliyetçilik ve Kültür, Kaos Yayınları, Biyografi Sayfası)

 Rudolf Rocker, birçok kimse tarafından zannedilenin aksine keskin bir anarko-sendikalizm savunucusu değildir. Anarko-sendikalist örgütlenmelerde yer almıştır ancak kendisinin ''sentezci anarşist'' (anarchist without adjectives) olduğunu belirtmiştir. Kısacası anarşist spektrumun, anti-kapitalist ve tahakküm karşıtı olduğu sürece, farklı ekollerinden gelecek olan teori ve praksislerin de çözüm üretebileceği düşüncesine inanmıştır. Rocker'ın anarko-sendikalist olarak tanınmasının ardında yatan en önemli sebep ürettiği en iyi eserlerden birisi olan ''Anarko-Sendikalizm: Teorisi ve Pratiği'' isimli kitaptır. Bu kitap anarko-sendikalizm üzerine yazılmış en anlaşılır ve önemli kitaplardan birisi olarak kabul görmektedir. Hem Rudolf Rocker'ın anarşizm tarihindeki önemli bir karakter olmasına inandığım hem de anarko-sendikalizm hakkında giriş niteliğindeki eserinin önemi nedeniyle, Gregori Maximoff, Fernand Pelloutier, Santillan vb. anarko-sendikalist fikriyatı doğrudan etkilemiş kimseler yerine Rocker'a yer vermekte karar kıldım.

 1895 yılında İngiltere'ye gelen Rocker buradaki Yahudi anarşistler tarafından çok sıcak bir şekilde karşılanmıştır. ( Margaret Vallance - Rudolf Rocker: A Biographical Sketch, Journal of Contemporary History, Volume 8, Issue 3, 1973) Yidiş dilini öğrenen Rocker, 1896 yılında ''Der Arbeter Fraint''  isimli anarşist dergide yazmaya başlamıştır.  ( Margaret Vallance - Rudolf Rocker: A Biographical Sketch, Journal of Contemporary History, Volume 8, Issue 3, 1973) Daha sonra, kendi yazıp düzenlediği ve iki haftada bir çıkarttığı ''Germinal'' isimli bir dergi olmuştur. 12. sayıdan sonra dergi aylık yayınlanmaya başlanmıştır. ( Margaret Vallance - Rudolf Rocker: A Biographical Sketch, Journal of Contemporary History, Volume 8, Issue 3, 1973) 1906'da, göçmenler için, İngilizce dilinde tarih, edebiyat ve sosyoloji derslerini içeren bir eğitim programı ile Jubilee Sokak Enstitüsü kuruldu. ( Margaret Vallance - Rudolf Rocker: A Biographical Sketch, Journal of Contemporary History, Volume 8, Issue 3, 1973) Hayatı boyunca, bir anarşist olarak ve daha sonra sendikalist hareket için yaptığı çalışmalarda Rocker, eğitim ihtiyacında ısrar etti. İşçiler önce kendileri için düşünmeyi öğrenmelidir; ancak o zaman kitlelerin cehaletini ve kayıtsızlığını sömüren siyasi partilerin iddialarını değerlendirebileceklerdir. ( Margaret Vallance - Rudolf Rocker: A Biographical Sketch, Journal of Contemporary History, Volume 8, Issue 3, 1973) 

 1918 Kasım'ında Almanya'ya dönen Rocker, 1918'in Aralık ayında ''Der Syndikalist'' isimli anarko-sendikalist dergiye katkı vermeye başlamıştır. ( Margaret Vallance - Rudolf Rocker: A Biographical Sketch, Journal of Contemporary History, Volume 8, Issue 3, 1973) Bu dergiye katı verenler arasında ünlü anarşist Max Nettlau'nun da olduğu bilinmektedir ve Rocker'ın ifadesine göre derginin halk arasında dolaşımının 100 bini bulduğu olmuştur. ( Margaret Vallance - Rudolf Rocker: A Biographical Sketch, Journal of Contemporary History, Volume 8, Issue 3, 1973) 

Rocker'ın Anarşizmi:

 Rocker, ''Anarko-Sendikalizm: Teorisi ve Pratiği'' isimli kitabının ilk bölümüne anarşizmi tarif eden şu paragrafla başlar: ''  Anarşizm, günümüz yaşamının göze çarpan entelektüel akımlarından biridir. Bu akımın yandaşları ekonomik tekellerin ve tüm politik ve toplumsal baskı kurumlarının ortadan kaldırılmasından yanadırlar. Var olan kapitalist ekonomik düzen yerine, Anarşistler, tek amacı toplumun her üyesinin ihtiyaçlarını karşılamak olan ve artık toplumsal birlik içinde ayrıcalıklı azınlıkların özel çıkarlarını gözetmeyen, tüm üretici güçlerin, işbirliği içinde, emeğe dayalı özgür işbirliğini tercih ederler. Politik ve bürokratik kurumların ruhsuz mekanizmalarına sahip günümüz devlet kuruluşları yerine Anarşistler, birbirlerine ortak ekonomik ve toplumsal çıkarlarla bağlı olan ve işlerini karşılıklı anlaşma ve serbest bağlantı yoluyla halleden özgür toplulukların federasyonunu isterler.'' (Rudolf Rocker - Anarko-Sendikalizm, Kaos Yayınları, sy. 13) Bu tanımlamayla birlikte Rocker, anarşizm anlayışını özgür bireylerin karşılıklı ve gönüllülük esasına dayanan etkileşimleri üzerine inşa eder. 

 Özgür insanın, toplumsal bağlardan azade olmadığını düşünen Rocker, bu düşüncesini savunurken  Kropotkin'e de atıfta bulunmuş ve onun çalışmalarının bu durumu ortaya koymakta son derece başarılı olduğunu savunmuştur; '' Kropotkin doğanın bu şekilde sınırsız savaş alanı olarak anlaşılmasının gerçek yaşamın yalnızca bir karikatürü olduğunu ve varolmak için diş ve pençeyle verilen vahşi mücadelenin yanı sıra doğada daha güçsüz türlerin sosyal birleşimi ile toplumsal içgüdülerin evrimi ve karşılıklı yardımla ırkların devamı şeklinde ifade edilen diğer bir ilkenin de var olduğunu gösterdi. Bu anlamda insan, toplumun yaratıcısı değildir, ancak toplum insanın yaratıcısıdır; çünkü insan kendisinden önceki türlerden ilk ortamında diğer türlerin fiziksel üstünlüğüne karşı kendi devamını ve akla gelmeyen bir gelişim göstermesini tek başına sağlayan bir toplumsal içgüdüyü miras almıştı. Varoluş mücadelesinde bu ikinci eğilim birincisine göre çok daha üstündü; bunu hiçbir toplumsal yaşamı olmayan ve yalnızca fiziksel kuvvete dayanan türlerin hızla gerilemesi de gösteriyor. Günümüzde doğal bilimlerde ve toplumsal araştırmalarda gittikçe daha büyük bir kabul gören bu görüş, insan evrimiyle ilgili kuramlara tümüyle yeni boyutlar kazandırdı.'' (Rudolf Rocker - Anarko-Sendikalizm, Kaos Yayınları, sy. 20-21) 

 Rocker'a göre anarşizmin iktisadi teorileri, ister kolektivist, ister komünist isterse de bireyci olsun, kendilerini kapalı bir sistem olarak değil özgür bir topluluğu korumaya yönelik birer ekonomik varsayım olarak sunmalıdır. (Rudolf Rocker - Anarko-Sendikalizm, Kaos Yayınları, sy. 20-21) Bu söylemini devam ettirirken kullandığı ifadeler, Rocker'ın keskin bir anarko-sendikalistten ziyada sentezci bir anaşist olduğunu kanıtlar niteliktedir; '' Geleceğin toplumunda büyük olasılıkla yan yana duran farklı ekonomik işbirliği biçimleri de olacaktır; çünkü tüm toplumsal ilerlemelere o serbest deneycilik ve uygulamada test etme yöntemi de eşlik etmelidir. Serbest topluluklardan oluşan bir toplumda bunlar için her türlü fırsat bulunacaktır.'' (Rudolf Rocker - Anarko-Sendikalizm, Kaos Yayınları, sy. 22) Modern anarşizmin bir taslağını çizerken Rocker, bu düşüncenin sosyalizm ve liberalizmin bir karışımı şeklinde ortaya çıktığını savunur. Sosyalizm, insanların üretim araçları üzerindeki ilişkileri sebebiyle toplumsal sınıflara ayrıldıkları sürece gerçekten özgür olamayacaklarını, köle-efendi, ezilen-zorba ikileminin her daim kendisini üreteceğini ve özgürlüğü baltalayacağını görmüştür. Bunun için de üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet ortadan kaldırılmalı ve ekonomik tekeller giderilmelidir. Öte yandan sosyalizm, üretim araçlarının belirli bir zümrenin elinde toplanması, tıpkı kapitalizm gibi, ve despotik yönetim biçimlerinin ortaya çıkmasıyla da sonuçlanabilir. Öte yandan liberalizm, Rocker'a göre, tarihsel olarak devletin ve siyasi yönetimin gücünü asgari seviyeye indirmeye çalışmış ve demokrasi kavramını geliştirmiştir. Fakat toplumun büyük bir kısmı emeğini zenginlere satarak yaşamak zorundayken, devletin sınırlanması ve demokrasi Rocker'ın ifade ettiği üzere ancak bir kalpazanlık olabilir. Bu kıyastan yola çıkarak, sosyalizm ve liberalizmin modern anarşizmin oluşumunda rol oynadığını savumaktadır. Çünkü anarşizm, hem sosyalizmde olduğu gibi üretim araçları üzerinde özel mülkiyeti reddetmekte, hem de liberalizmden  bile ileriye giderek devleti ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. (Rudolf Rocker - Anarko-Sendikalizm, Kaos Yayınları, sy. 20) 

 Kısaca söylemek gerekirse anarko-sendikalizm, her türlü sömürü ve tahakküme karşı çıkan bir işçi sınıfı siyasi ideolojisidir. Tüm insanların temelde eşit olduğunu(yaşama ve yaşamın kaynaklarından yararlanma hakkı anlamında) ve başkalarının özgürlüklerine zarar vermediği sürece hayatlarını uygun gördükleri şekilde yaşama özgürlüğüne sahip olmaları gerektiğini savunur. (Workers’ Solidarity Federation - Anarcho-Syndicalism Outlined) Kapitalizme, işçilerin ve yoksulların küçük bir patronlar sınıfının ve üst düzey hükümet figürlerinin yararına sömürülmelerine dayanan kısır bir kar sistemi olması sebebiyle karşıdır. Irkçılık ve diğer politik zorbalık biçimleri öncelikle kapitalizmin ve devletin ürünüdür. (Workers’ Solidarity Federation - Anarcho-Syndicalism Outlined)

 Anarko-sendikalizme göre dünya nüfusunun çoğunluğunu yoksullaştıran ve ezen bu adaletsiz toplumsal sisteme karşı direnilmeli ve yenilgiye uğratılmalıdır. Bu sistem asla reforme edilemez. Bu sistem var olduğu sürece yoksulluk, baskı ve ırkçılık olacaktır. Kapitalizmi, devleti ve her türlü baskıyı alt edebilecek, mücadele edebilecek kimseler emekçi ve yoksul halktır. Yalnızca bu insanlar -işçi sınıfı ve çalışan köylüler- işi yönetebilirler çünkü sistem üzerinde hiçbir çıkarları yoktur, örgütlenme yeteneklerinde (özellikle işyerinde) güce sahiptirler ve toplumun tüm zenginliğini onlar üretirler. Yalnızca üretken bir sınıf özgür, anti-otoriter bir toplum yaratabilir, çünkü yalnızca böyle bir sınıfın iktisadi faaliyetleri sömürüye dayanmaz. (Workers’ Solidarity Federation - Anarcho-Syndicalism Outlined) 

 Kapitalizm yerine, işçi ve köylülerin toprağı ve fabrikaları doğrudan kontrol ettiği ve bu kaynakları herkesin yararına üretmek için kullandığı özgür sosyalist bir ekonomik sistem talep ederler. (Workers’ Solidarity Federation - Anarcho-Syndicalism Outlined) Devletin yerine, yerel, bölgesel, ulusal ve uluslararası düzeylerde birleşmiş, tabandan örgütlenen, işyeri ve topluluk konseyleri aracılığıyla işçilerin kendi çalıştıkları işleri doğrudan demokratik ilkelerle yönetmelerini savunur. (Workers’ Solidarity Federation - Anarcho-Syndicalism Outlined) Devleti siyasi bir aygıt olarak kullanmak yerine, mücadelenin ve devrimin işçilerin ve yoksulların kitlesel demokratik hareketleriyle gerçekleşmesi gerektiğine inanırlar. Özellikle sendikaların devrimci potansiyelini vurgularlar. Sendikalar işçileri burada ve şimdi patronlarla savaşmaları için örgütleyebilir. Sendikalar ayrıca işçilerin fabrikaları, madenleri, çiftlikleri ve ofisleri devralmaları ve doğrudan yönetmeleri için araç sağlayabilir. Anarko-sendikalist bir örgütün rolü devrimi kitleler için ''yapmak'' değildir. Kitleleri kendi adlarına özgürlüğe yürümeleri için örgütlemeye ve eğitmeye yardımcı olmaktır. Her türlü baskıya karşıdır ve içinde yaşadığımız koşulları iyileştirmek için her gün verilen mücadeleleri desteklerler. Kitlelerin öz faaliyetini ve devrimci bilincini teşvik ederler. (Workers’ Solidarity Federation - Anarcho-Syndicalism Outlined)

 ''Çağdaş anarko-sendikalizm, Birinci Enternasyonalin bağrında şekillenen ve büyük işçi ittifakının özgürlükçü kanadı tarafından en iyi biçimde kavranan ve en güçlü biçimde sahip çıkılan toplumsal özlemlerin doğrudan bir devamıdır.'' (Rudolf Rocker - Anarko-Sendikalizm, Kaos Yayınları, sy. 20) Bu cümleleri sarf eden Rocker'a göre, sosyalizmin parlamenterizmle buluşması işçi sınıfı hareketini bir adım dahi ileriye taşımamış, aksine sosyalizmin yukarıdan aşağıya dayatılacak bir şey olduğu algısını yaratmış ve işçi sınıfının kendisini kurtarma arzusunu zedelemiştir. (Rudolf Rocker - Anarko Sendikalizm, Kaos Yayınları, sy. 69-70) ''Devleti ele geçiren onun tarafından ele geçirilir.'' (Rudolf Rocker - Anarko Sendikalizm, Kaos Yayınları, sy. 20) Rocker'ın düşüncesine göre anarşist sendikalizm, sendika kavramını kapitalist toplumun ömrüyle sınırlı tutmaz, sendika sadece işçilerin kapitalizm altındaki hak ve kazançlarını iyileştirmenin bir yolu değildir. Aynı zamanda kendi yaşamları üzerinde hak sahibi olarak örgütlenmeleri, sınıf bilinci kazanmaları ve dayanışma içerisinde üretimi yeniden örmeleri için bir araçtır. (Rudolf Rocker - Anarko Sendikalizm, Kaos Yayınları, sy. 74) Rocker'ın kendi ifadesiyle; '' Anarko-sendikalizmin örgütlenmesi, federalizm ilkelerine dayalıdır, aşağıdan yukarıya serbest birleşmeyi içerir ve her üyenin kendi kaderini tayin hakkını her şeyin üzerinde görerek sadece herkesin benzer çıkar ve ortak kanaatlerine dayalı organik anlaşmasını tanır.'' (Rudolf Rocker - Anarko-Sendikalizm, Kaos Yayınları, sy. 75) 

 Anarko-sendikalizmin yöntemlerinden bahseden Rocker, anarko-sendikalistlerin yarının tahakkümsüz toplumunun tatlı rüyalarıyla faaliyetsiz ve müdahalesiz bir yaşam sürdüklerinin bir yanılgı olduğundan bahseder. Anarko-sendikalizm her daim faaliyette ve örgütlenme çabasındadır, işçi sınıfını bürokratik ve hiyerarşik sözde-sosyalist partilerin insafına bırakmak yerine onlara gerçekten kendi iradeleriyle örgütlenme fırsatı tanır. (Rudolf Rocker - Anarko Sendikalizm, Kaos Yayınları, sy. 89) Sosyalizmi parlamenter veya öncü parti aracılığıyla elitist bir kadro ile kurmayı amaçlayan ekollerin aksine anarko-sendikalizm, devleti büyütmeyi değil her daim devletin alanını küçültmeyi amaçlamaktadır. (Rudolf Rocker - Anarko-Sendikalizm, Kaos Yayınları, sy. 89) Devlete olan yaklaşım ile kapitalizme olan yaklaşım bu açıdan ayrılamaz. Diğer sosyalist ekoller devlete tüm ekonomik faaliyet üzerinde güç vererek devlet kapitalizmini oluşturma tehlikesi doğururlar

  Anarko-sendikalizmin yöntemleri arasında genel grevler merkezi bir rol oynar. Genel grevin tarihsel başarısı Rocker'a göre asıl faktörün işçilerin öz örgütlenmesi olduğunu ortaya koymaktadır; ''1905'te anayasayı imzalaması için çarın eline kalemi tutuşturan, çalışanların büyük genel greviydi. Rus entelijansiyasının kahramanca mücadele ile onlarca yılda elde edemediğini işçi sınıfının birleşik ekonomik eylemi kısa sürede sonuca vardırdı. Demek ki, politik mücadelenin odak noktası politik partiler değil, işçi örgütlerinin ekonomik mücadelesidir. Anarko-sendikalistleri, tüm etkinliklerini kitlelerin sosyalist bir biçimde eğitilmesi ve onların hem ekonomik hem de toplumsal güçlerinin kullanılması merkezine oturtmak zorunda bırakan işte bu düşüncedir. Anarko-sendikalistlerin yöntemi, dönemin hem politik hem de ekonomik meselelerinde doğrudan eylemdir. Tarihteki tüm belirleyici anlarda herhangi bir kazanım sağlayan tek yöntem budur. '' (Rudolf Rocker - Anarko-Sendikalizm, Kaos Yayınları, sy. 94) Grevler işçiler arasındaki dayanışma duygusunu arttırdığı gibi yaşanan sorunların toplumsal olduğu bilincini de oluşturur.

 Rocker'ın ''Anarko-Sendikalizm'' den sonraki en önemli çalışması ''Milliyetçilik ve Kültür'' isimli kitabı olmuştur. Rocker, bu çalışmasıyla Bertrand Russell, Albert Einstein, Lewis Mumford ve Thomas Mann gibi önemli entelektüellerin övgüsünü almıştır. Einstein bu eseri överken şu söylemlere yer vermiştir; '' Milliyetçilik ve Kültür her türlü övgüyü hak eden, özgün fikirlerle dolu olağanüstü aydınlatıcı bir kitap. Rocker, pek çok olgu ve ilişkiyi benzersiz ve ikna edici bir biçimde ortaya koyuyor. Devletin işlevinin tamamen olumsuz olduğuna dair temel iddiasıyla hemfikir olmasam da, bu durum Milliyetçilik ve Kültür'ü önemli ve aydınlatıcı bir kitap olarak değerlendirmeme engel değil.'' ( Rudolf Rocker - Millliyetçilik ve Kültür, Kaos Yayınları)

 Rocker'ın Milliyetçilik Analizi:

 ''Her milliyetçilik doğası gereği gericidir; çünkü önceden tasarlanmış bir fikre göre geniş insanlık ailesinin farklı farklı bölümlerine belirli birer karakteri giydirmeye çalışır. Bu yönüyle, her vahiy dininde bulunan temel inançlarla milliyetçi ideoloji arasındaki manevi akrabalığı ortaya koymuş olur. Milliyetçilik bir yandan, ifadesini insan türünde bulan organik birliğin içinde yapay ayrılık ve bölünmeler yaratırken, bir yandan da sadece bir hüsnükuruntudan kaynaklanan hayali bir birlik için can atar. Bu fikri savunanlar, belirli bir insan topluluğunun tüm üyelerini diğer topluluklardan daha da kaim çizgilerle ayırmak için tek sesli hale getirmek isterler. Bu açıdan, 'kültür milliyetçiliği' olarak adlandırılan şey de genelde siyasi amaçları incir yaprağı işlevi gören siyasi milliyetçilikten hiçbir şekilde farklı değildir. Bu ikisi ruhsal açıdan birbirinden ayrılamaz; sadece aynı özlemin iki farklı tarzını temsil ederler.'' (Rudolf Rocker - Milliyetçilik ve Kültür, Kaos Yayınları, sy. 256)

 Rocker, ''memleket sevgisi'' ile ''milliyetçiliğin'' birbirini ikame eden kavramlar olarak kullanılmalarının bir kalpazanlık olduğunu savunur. (Rudolf Rocker - Milliyetçilik ve Kültür, Kaos Yayınları, sy. 256-257) Memleket sevgisi ilerleyen dönemlerde geçmişe duyulan özleme eşlik eder, erken dönemde ise insan yaşamının doğal seyrinin bir getirisidir; ''Genel olarak, kültür-milliyetçiliğinde temelde hiçbir ortak yanı olmayan iki ayrı duygu birbirine karışır. Zira memleket sevgisi vatanseverlik değildir, devlete duyulan bir sevgi değildir, kökü soyut millet fikrine dayanan bir sevgi de değildir. Kişinin üzerinde doğup büyüdüğü toprak parçasının onun en derinlerine işlediğini kanıtlamak için anlamsız açıklamalara gerek yoktur. Çünkü insan ruhunda en kalıcı iz bırakan etkiler, çocukluk ve ilk gençlik izlenimleridir. Memleket, insanın her kıvrımını avucunun içi gibi bildiği giysisi gibidir.'' Milliyetçiliğin iki ayırt edici özelliği, iktidar arzusu ve diğer milletlere üstünlük taslamaktır. Buna devlet tapıncı da eklemlenmektedir. (Rudolf Rocker - Milliyetçilik ve Kültür, Kaos Yayınları, sy. 258)    '' Memleket sevgisi ne siyaset pratiğine girer ne de herhangi bir yolla devleti destekleme peşinde koşar. Bu, insanın memleketinin de parçası olduğu doğayı sever gibi özgürce sergilediği tümüyle içten gelen bir duygudur. Bu itibarla, doğal gelişimi nasıl yapay ikamenin karşısına koyuyorsak, memleket sevgisini de devletin emrettiği millet aşkının karşısına koyarız.'' (Rudolf Rocker - Milliyetçilik ve Kültür, Kaos Yayınları, sy. 258) 

 Rocker'a göre milliyetçiliğin en güçlü modern tezahürü İtalyan Faşizmi ve Alman Nasyonal Sosyalizmi olmuştur. (Rudolf Rocker - Milliyetçilik ve Kültür, Kaos Yayınları, sy. 289) Bu ikili, her türlü özgürlükçü düşüncenin düşmanıdır. Liberter sosyalizmi destekleyen bir anarşist olmasına rağmen Rocker, liberalizmin özgürlükçü ve devrimci bir öze sahip olduğunu söylemiştir. Bu açıdan sosyalizme karşı kurulan tahakkümün yanı sıra, faşizm ve nazizmin siyasi ve iktisadi anlamda liberalizmi  de ezmeye çalıştığını belirtmiştir; '' Siyasi liberalizmin ilkeleriyle birlikte ekonomik liberalizmin fikirleri de bir yana bırakılmalıdır. Nasıl bugünün siyasî faşizmi, insana sadece devlete hammadde olarak hizmet ettiği ölçüde yaşam hakkı tanıyan yeni bir İncil vaaz etmeye çalışıyorsa, modern endüstriyel faşizm de dünyaya sanayinin insan için değil, ama insanın sanayi için, sırf sanayinin işine yaramak için var olduğunu göstermeye çalışır.'' (Rudolf Rocker - Milliyetçilik ve Kültür, Kaos Yayınları, sy. 294) 

 Rousseau ve Hegel, Rocker'a göre modern devlet gericiliğinin iki muhafızı olmuştur. (Rudolf Rocker - Milliyetçilik ve Kültür, Kaos Yayınları, sy. 194) Bu anlamda Rocker'a göre özellikle Hegel, faşist ve nazi devlet modelinin gelişmesinde ve devletin zorunlu bir kötülükten bir baba figürüne evrilmesinde rol oynamıştır. '' Bakunin Rousseau’yu ''modern gericiliğin gerçek babası'' olarak adlandırmakta haksız değildi. Gözünü insanın üstünden hiç ayırmayıp kendi yüce iradesini acımasızca dayatan, her şeye egemen, her şeyi içine alan azametli bir siyasi tanrı fikrinin manevi babalarından biri de o değil miydi?'' (Rudolf Rocker - Milliyetçilik ve Kültür, Kaos Yayınları, sy. 194)

Rocker, Sosyalizm ve Devlet

 Rocker, politikada uygulandığı şekliyde sosyalizmin otoriter uygulamalarının olduğunu düşünüyor ve anarşist çerçevede olmayan bir sosyalizmin otoriterizm ürettiği fikrine varıyordu. Bu anlamda Marksizm'i, Hegelci bir gelenekten geldiği ve tarih anlayışını bu fikirler üzerine temellendirdiği için eleştirmiştir. ''Marksist formülasyonda en çarpıcı olan, bu tarihsel ve felsefi kavramın doğrulanması değil, kavramın ifade edildiği pozitif biçim ve Marx’ın bunu dayandırdığı düşünme tarzıdır. Marx’ta, halefi olduğu Hegel’in etkisini açık seçik görebiliriz. ''Tarihsel zorunluluklar''ın ve ''tarihsel misyonlar''ın mucidi, ''mutlak’ın filozofu''ndan başkası onun yargılarına böyle bir özgüven kazandıramazdı. Her toplumsal fenomenin olayların zorunlu, doğal akışının belirlenimci bir tezahürü olarak kabul edilmesini gerektiren “toplumsal fizik yasalarının temeline indiği inancını ona yalnızca Hegel esinleyebilirdi. Sahiden de Marx’ın varisleri ''ekonomik materyalizm''i Kopernik ve Kepler’in keşifleriyle karşılaştırmış, bu tarih yorumuyla sosyalizmin bir bilim hâline geldiğini bizzat Engels iddia etmişti.'' (Rudolf Rocker - Milliyetçilik ve Kültür, Kaos Yayınları, sy. 25-26) '' Marksizm suretindeki Hegelcilik, büyük sosyalizm hareketini, filizlenen tohumdaki küf gibi etkilemiştir. Bu ekol, Saint-Simon’un sıcak, hayat dolu ''Oğlum, hiç unutma ki, insan büyük işler gerçekleştirmek için coşkulu olmalı'' sözlerini küçümsemiş, insanlara arzularına ket vurup -tarihte gelip geçen her şeyin mecrası olandeğişmez yasanın sessiz saltanatını ifade eden saatin düzenli tiktaklarına kulak vermeyi öğütlemişti. Kadercilik her yakıcı arzunun, her ideal özlemin, ifade arayan ve kendisini yaratıcı faaliyete dönüştürmeye çabalayan tüm taşkın gücün mezarcısıdır. Friedrich Engels şöyle övünür: ''Biz Alman sosyalistleri sadece Saint-Simon, Fourier, Owen değil, Kant, Fichte ve Hegel’den de geldiğimiz için gururluyuz.'' Almanya’da sosyalizme böylesine umutsuz bir otoriter nitelik veren şey, büyük ölçüde işte bu kökendir. Alman sosyalizmi Kant, Fichte ve Hegel’in tedrisatından geçeceğine Lessing, Herder ve Jean Paul’den daha çok esinlenseydi, kesinlikle daha yararına olurdu.''(Rudolf Rocker - Milliyetçilik ve Kültür, Kaos Yayınları, sy. 238)

 Rocker'ın liberter sosyalizm anlayışı devletin ve hiyerarşik, otoriter örgütlenme yapılarının olmadığı, bireylerin gönüllü etkileşimine ve birlikteliğine dayanan, üretimi çalışan ve üretim alanlarında zihinsel ve fiziksel emek harcayan kimselerin örgütlediği anarşist ve özgür bir praksistir. 

 Bu yazıda klasik anarşizmin iki uzantısından birisi olan toplumsal anarşizme, bu kategoriye denk düşecek beş önemli anarşiste ve fikirlerine yer vermeye çalıştım. Yaşamlarıyla ilgili bilgilere, fikir ve eylemlerine kıyasla daha az yer verildi. Bunun sebebi yazının kısa bir giriş yazısı olması ve olabildiğince düşünsel bilgilere yer vermiş olma arzusudur. Şunu eklemek isterim ki toplumsal anarşizm sadece beş kişiye indirgenemez, yüzlerce kimseden bahsetmemiz gereklidir. 21.yy'da, tıpkı diğer anarşizm ekolleri gibi, hala daha etkisini sürdürmektedir. Fakat bu bir giriş ve tanıtım yazısıdır, bu sebeple ilk savunuculara ve fikirlere yer verilmesinin en doğru karar olduğu kanaatine varılmıştır. Diğer anarşistlerin bir kısmına bu yazının 5. bölümünde kısaca ve çıkacak olan ''İtaatsiz'' dergisinin sayılarında genişçe yer ayrılacaktır. Yazının 4.bölümünde ise bireyci anarşizm incelenecektir. 

 Anarşizm dogma veya kapalı bir düşünce sistemi değildir. Tarihsel olarak ortaya serilmiş olan anarşist teori her daim eleştiriye ve geliştirilmeye açıktır. Bu açıdan anarşizm birçok devrimci ve özgürlükçü ideoloji gibi eklektiktir, yani farklı disiplinlerin sentezlerinden yararlanmayı ihmal etmez. Bu sebeple de herhangi bir lider kültü yaratmamaktadır. Tarık Ali tarafından kendisine ''Sizce tarihteki en önemli anarşist düşünür kimdir?'' sorusuna Chomsky ; '' Aslında, en azından tanıdığım en önemli anarşist düşünürler, 1936'da Aragon ve Katalonya'da, endüstriyel ve tarımsal geniş bir alanda başarılı bir canlı anarşist toplum inşa etmiş, okuma yazma bilmeyen yoksul köylülerdir.'' cevabını vermiştir. Anarşizmin en iyi temsilcileri özgür ve adil bir yaşama pratiği yaratmak isteyen işçiler, köylüler, öğrenciler, öğretmenler, akademisyenler, gazeteciler, yazarlar, doktorlar, mühendisler, fuhuşa zorlanan kadınlar-translar, evsizler, işsizler, yersiz ve yurtsuzlar ve çalışma alanını sayamayacağımız, şöhretsiz birçok emekçi kimselerdir. 

 Kaynakça: Peter Marshall - Anarşizmin Tarihi:İmkansızı İstemek (İmge Yayınevi),  https://marxists.architexturez.net/archive/marx/works/1846/letters/46_05_05.htm, https://www.marxists.org/reference/subject/economics/proudhon/letters/46_05_17.htm, Deric Shannon, Anthony J. Nocella II, John Asimakopoulos-The Accumulation of Freedom: Writings on Anarchist Economics (AK Press),  Oeuvres complètes Cilt 2  Rivière baskısı, https://www.encyclopedia.com/people/social-sciences-and-law/political-science-biographies/pierre-joseph-proudhon, George Woodcock - Pierre-Joseph Proudhon: A Biography (Black Rose Books), http://joseph.dejacque.free.fr/ecrits/lettreapjp.htm, Sam Dolgoff - Bakunin (Kaos Yayınları), Bertrand Russell - Özgürlük Yolu (BGST Yayınları), G. P. Maximoff -  Political Philosophy of Bakunin ( The Free Press of Glengoe), Anarchist Federation - Basic Bakunin, Sam Dolgoff - Bakunin on Anarchy (Vintage Books), Mihail Bakunin - Tanrı ve Devlet (Belge Yayınları), Alfredo M. Bonanno - Anarchism and the National Liberation Struggle (Elephant Editions), https://en.wikipedia.org/wiki/Peter_Kropotkin, Geographical expeditions in Siberia, Pyotr Kropotkin - Karşılıklı Yardımlaşma: Evrimin Bir Faktörü (Kaos Yayınları), https://fr.wikipedia.org/wiki/Nouvelle_Géographie_universelle, https://www.researchgate.net/publication/49132509_The_correspondence_between_Elisee_Reclus_and_Petr_Kropotkin_as_a_source_for_the_history_of_geography, Pyotr Kropotkin - Etik (Öteki Yayınları), Roger N. Baldwin - Kropotkin's Revolutionary Pamphlets ( Dover Publications), Derleme - Bir İsyancının Sözleri: Kropotkin (Ayrıntı Yayınları), Pyotr Kropotkin - Çağdaş Bilim ve Anarşi (Agora Yayınları), https://www.marxists.org/turkce/kropotkin/1920/aralik-21- 1920.htm, https://en.wikipedia.org/wiki/Peter_Kropotkin#Death, Daniel Guerin - No Gods, No Masters: An Anthology of Anarchism (AK Press), Der. Vernon Richards - Malatesta: Seçme Yazılar (Kaos Yayınları), Errico Malatesta - Anarchy (Freedom Press),  Errico Malatesta: The Anarchist Revolution: Polemical Articles 1924-1931 (Freedom Press), Rudolf Rocker - Milliyetçilik ve Kültür (Kaos Yayınları), Margaret Vallance - Rudolf Rocker: A Biographical Sketch (Journal of Contemporary History, Volume 8, Issue 3, 1973), Rudolf Rocker - Anarko-Sendikalizm (Kaos Yayınları), Workers’ Solidarity Federation - Anarcho-Syndicalism Outlined

 



 

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Çeviri | CrimethInc. - Siyasetin Bok Gibi Sıkıcı

Anarşizm: Sıkça Sorulan Sorular |8| Bölüm A.1.4 Anarşistler Sosyalist Midir?

Anarşizm: Sıkça Sorulan Sorular |6| Bölüm A.1.2 ''Anarşizm'' Ne Anlama Gelmektedir?