Çeviri | Matty Thomas - Max Stirner'in Anarko-Komünistler İçin Önemi |2| Stirner'in Fikirleri

 Stirner kitabına ''Neymiş o benim olmaması gereken mesele?'' diye sorarak başlar. Bir bireyin önce tanrının meselesiyle, sonra insanlığın meselesiyle, ülkenin meselesiyle, hakikatle, adaletle ve binlerce başka nedenle ilgilenmesi gerektiğinin vaaz edildiğini söyler. Bireyi ilgilendirmemesi gereken tek mesele, onun kendi meselesidir. Benim meselem benim endişem olmamalı. Kendi meselesini endişe konusu yapan kişi bencil bir insandır. Bunun yerine bireye, her zaman başka bir meseleyi kendisinin önüne koyması söylenir. Yorulmadan, asla kendimiz için değil, bir başkasının veya başkalarının hizmetinde çalışmalıyız. Aksini yapmayı düşünmek, kişiyi ahlaksız bir egoist yapar. Yalnızca bencil olmadığımızda, bize yabancı bir davayı benimseyip ona hizmet ettiğimizde ahlaklı oluruz.

 Stirner bunların hiçbirisine sahip değildi. Stirner, '' Tanrı kendi meselesinden başka bir meseleye mi hizmet ediyor? '' diye sorar. '' Hayır'' diye cevaplar inançlı kimseler. ''Tanrı sadece kendi meselesiyle uğraşır ancak o her şeydedir, bu sebeple de her şey O'nun meselesidir.'' '' İnsanlık kendine ait olmayan bir meseleye mi hizmet ediyor? '' diye tekrardan sorar Stirner.  Bu sefer de hümanistler ''hayır'' diyerek cevap verirler. İnsanlık, sadece insanlığın çıkarlarına hizmet eder. İnsanlığı ilgilendirmeyen bir mesele, mesele olarak değerlendirilemez. 

 Tanrının ve insanlığın meselelerinin her ikisinin de sonunda tamamen egoist olduğu ortaya çıkıyor. Tanrı sadece kendisiyle ilgilenir, keza insan da aynı şekilde. Bu yüzden Stirner, okuyucularını bu büyük egoistlerin örneğini takip etmeye ve kendilerini tamamen asıl mesele yapmaya teşvik ediyor. Başka bir deyişle, ''bilinçli egoistler'' olmaya. Stirner'e göre, tüm bireyler kesinlikle biriciktir ve birey egoizminin bilincine vardığında, kişisel biricikliğini engellemeye veya bireysel özerkliğini kısıtlamaya yönelik her türlü girişimi reddedecektir. Bu reddediş elbette, kişinin yalnızca kendisinden daha yüksek bir şeyin hizmetinde hareket etmesi yönündeki talimatları da içerir. Daha yüksek bir varlığa veya amaca hizmet etmek için kendilerini feda edenler, kendilerini tabi kıldıkları amaç adına kendi zevklerini ve tatminlerini arayan, ancak bunu kabul etmeyi reddeden, aldatılmış veya bilinçsiz egoistlerdir. Onlar, egoist olmak istemeyen egoistlerdir: '' Bütün yaptıklarınız itiraf edilmemiş, gizli ve örtülü egoizmdir. Ama bunlar, kendinize itiraf etmeye istekli olmadığınız, kendinizden gizli tuttuğunuz ve açık açık toplumun önünde eylemsel olarak göstermediğiniz için, ki bu sebeple bilinçsiz egoizmdir, siz egoist olarak konumlansanız da aslında değilsiniz. Çünkü bilinçsiz egoizmin uzantısı olan davranışlar egoizm değil, kölelik, hizmet ve kendinden vazgeçmedir. Sizler egoizmden vazgeçiyorsunuz.''

 Stirner kitabına ''Ben meselemi hiçe bıraktım!" diye haykırarak başlar ve bitirir. Goethe'den yapılan bu alıntı, Stirner'in çağdaş Alman kitlesi için aşina olunmuş bir şeydi. Şiirin belirtilmeyen bir sonraki satırı, "Ve tüm dünya benimdir." Stirner için benlik, tam olarak anlaşılması imkansız bir şeydir, çünkü her birimiz sürekli olarak kendi benliğimizi tüketir ve yeniden yaratırız. Stirner, bu kendini tüketme ve kendini yaratma sürecine yaratıcı hiçlik olarak atıfta bulunur: "Boşluk anlamında hiçlik değil, ama yaratıcı olarak her şeyi yarattığım anlamında hiçlik. " Bireyden sürekli kendini sona koymasını isteyen,  ona hiçbir şeymiş gibi davranan dış nedenler, şimdi egoist tarafından uygun gördüğü şekilde aktif olarak sahiplenilmeye ve kullanılmaya tabidir. 

 Biricik ve Mülkiyeti, üç parçalı bir diyalektik yapı etrafında örgütlenmiştir. Stirner bize bir insan yaşamı  örneğini vererek başlıyor ve ardından insan gelişiminin üç aşamasını tarihsel gelişimin üç aşamasıyla karşılaştırıyor. Hayata gerçekçi çocuklar olarak başlarız. Bu aşamada çocuk fiziksel dış güçlere maruz kalır; örn. Ebeveynlerinin ona karşı olan davranışları gibi. Ancak çocuk, Stirner'in zihnin keşfi olarak adlandırdığı şeyle bu kısıtlamalardan kurtulmaya başlar. Çocuk, zekasını ve kararlılığını kullanarak, daha önce onu kontrol altında tutan tamamen fiziksel güçlerden kaçmaya başlar. Bu şekilde gerçekçi çocukluktan idealist gençliğe geçeriz. Fiziksel olanın dışsal kısıtlamaları artık gençliği korkutmuyor, ama şimdi o, aklın, vicdanın, idealin içsel kısıtlamalarına tabidir. Çocuk yaşamın dünyevi yönüne, genç ise kutsal yönüne aşıktır. Kişi ancak egoist yetişkinliğe eriştiğinde hem dışsal, dünyevi kısıtlamalardan hem de içsel, kutsal kısıtlamalardan özgür olur. Stirner bunu şöyle özetliyor: '' Şeylerin ötesinde Kendimi -hem de bir tin olarak- bulduğum gibi, daha sonra düşüncelerin ötesinde de -onların yaratıcısı ve maliki olarak- Kendimi bulmalıyım. Tin döneminde düşüncelerim, onları doğuran başımın üstünden aşıp ötelere geçmişti. Sanki ateşler içinde sayıklıyormuşum gibi düşüncelerim etrafımı kuşatıp beni ürkütücü güçleriyle sarsıyorlardı. Düşünceler kendiliklerinden ete kemiğe bürünmüş/er, Tanrı, imparator, Papa, vatan gibi hayaletlere dönüşmüşlerdi. Onların bedenselliğini ortadan kaldırmam,onları kendiminkinin içine almam anlamına gelecektir ve bu da "sadece Ben bedenselim" demek olacaktır. Böylece dünyayı, benim için ifade ettiği anlamıyla kabul etmiş olurum. O Bana aittir. Benim mülkümdür. Ben her şeyi kendimle bağlantılı düşünürüm.''

 Stirner daha sonra aynı üç aşamayı tarihsel gelişim bağlamında gösterir: Antik uygarlığın gerçekçi dünyası, modernitenin idealist dünyası ve henüz doğmamış egoist gelecek. Antik, Hıristiyanlık öncesi dünyayı gerçekçi çocuklukla ve modern Hristiyan dünyasını idealist gençlikle karşılaştırır. Sekülerizmin yükselişiyle birlikte modern toplum, dini düşünce biçimlerinin yaşam üzerindeki egemenliğinden kurtulduğunu iddia eder. Stirner pek de öyle olmadığını savunur. Modernite, yalnızca dinin egemenliğini artırmaya hizmet etti - daha yüksek esasların birey üzerindeki egemenliği. Bir örnek Protestan Reformudur. Reform, “vicdani özgürlük dini” için kapıyı aralayan ve yaşamı kilisenin otoritesinden kurtaran özgürleştirici bir olay olarak yaygınca kabul edilirken Stirner onu dini  egemenliğin genişlemesi ve güçlendirilmesi olarak gördü. Din reform aracılığıyla, daha önce bilinmeyen yaşam alanlarına müdahale edebildi. Katolik kilisesi rahiplerin evlenmesini engelledi; Protestanlık evliliği dini hale getirdi. Benzer bir şekilde, kurumsallaşmış, resmi rahipliği ile Katolik kilisesi, dini otoriteyi bireyin dışına yerleştirdi. Ancak Protestanlık, “tüm inananların rahipliği” lehine kurumsal din adamlarını ortadan kaldırdı ve böylece dini otoriteyi inananın içine yerleştirdi - bireyin asla kaçamayacağı bir otorite. Sonuç, bireyleri kendi içlerinde savaşta, arzularını yerine getirmek ve içselleştirilmiş dini otoritenin sabit fikri tarafından işkence görmek arasında bıraktı. Stirner bunu vatandaşlar ve devletin gizli polisi arasındaki mücadeleye benzetmektedir.  

 Stirner, bu kalıbın modernite boyunca devam ettiğini savunuyor. Her ne kadar ilerlemeden ve daha özgür bir topluma ulaşmaktan, geçmişin yıpranmış değerlerinin ve ölü geleneklerinin aşılmasından çokça söz edilmiş olsa da, modernite sadece otoriteyi dönüştürür - onu daha görünmez kılmak suretiyle genişletir ve güçlendirir. Örneğin hümanizmin yükselişi, çarmıha gerilmiş Tanrı'yı tahttan indirdi ve O'nun yerine insanlığı yüceltti. Ancak insanlık aynı zamanda bireyin kendisini tabi kılacağı bir ideal olduğu için, Stirner hümanizmi, içerisinden filizlendiğini iddia ettiği Hıristiyanlık kadar bir din olarak görür. "Bizim ateistlerimiz dindar insanlardır." Stirner, hümanizmin aslında teizmden daha zalim olduğunu söylüyor çünkü hayalet insanlık, inananlarla birlikte inanmayanları da korkutabiliyor.  Stirner'e göre modernite, yalnızca insanların boyun eğdiği soyutlamaların ("hortlaklar" olarak adlandırdığı) sayısını artırdı. 

 Stirner, kendilerini "özgür" (bugünün jargonunda "ilerici" olarak adlandırabiliriz) zannedenleri, gerçekte yalnızca "modernlerin en moderni" oldukları halde ikonoklastlar gibi davranmakla suçluyor. O dönemde Alman felsefesine egemen olan Sol Hegelcileri ve siyasal ve toplumsal düşüncede hakim güç olarak yükselen liberalizmi oldukça eleştirmiştir. Stirner, liberalizmi üç şekilde gruplandırdı: politik liberalizm (bugün klasik liberalizm olarak adlandırılan şey), sosyal liberalizm (yani sosyalizm) ve insancıl liberalizm (hümanizm). Siyasi liberalizm bireyleri bir devlet içinde özgür vatandaşlar olarak, sosyal liberalizm bireyleri işçi olarak ve insancıl liberalizm bireyleri insan olarak ele alır. Ama liberalizmin tüm çeşitleri, bireyin bazı yönlerini özselleştirir ve kendilerini tabi kılmaları gereken bir şey olarak bu özleştirdiği yönleri bireyin üstüne koyar. Stirner için tüm bireyler vatandaşlardan, işçilerden ve hatta insanlardan daha fazlasıdır. İnsan doğası ya da insan özü bireyden ayrılamaz ve onun üzerine yerleştirilemez, çünkü o zaman hayaletten başka bir şey olmaz. Stirner'e göre, insanların üzerine yerleştirilecek evrensel bir insan özü yoktur, yalnızca burada ve şimdi, et ve kan olarak var olan bireyler vardır. 

 Stirner, moderniteye yönelik ateşli eleştirisinden, egoist geleceğin beklentisine geçer. Bireyleri tüm kutsal fikirleri yıkmaya ve kendilerini otorite zincirlerinden kurtarmaya çağırır. Bu özgürleşme, bireyin kendisi için bir başkasının yapmasına izin verebileceği bir şey değildir. Stirner, kendi kendini özgürleştirmeye yönelik şimdiye kadar kaleme alınmış en etkili anarşist argümanlardan birinde kendi konumunu açıkça ortaya koyar: '' İşte kendi kendini özgürleştirme ile emansipasyon (beraat, serbest bırakılma) arasındaki fark burada yatıyor. Günümüzde "muhalifler" kısıtlamaların kaldırılmasına, özgürlüğe susamışlardır ve "özgür bırakılmak" için büyük yaygara koparırlar. Egemen durumdaki soyluların, "halklarının artık reşit olduğunu ilan etmelerini" , yani onları serbest bırakmalarını isterler! Siz rüşte ermiş kişiler gibi davranırsanız, reşit olduğunuzun ilan edilmesine zaten gerek kalmaz, çünkü reşit olmuşsunuzdur. Ama eğer öyle davranmazsanız, reşit olmayı hak etmezsiniz ve sizin rüşte ermiş olduğunuz ilan edilse de, kesinlikle reşit değilsinizdir. Nitekim vaktiyle rüşte eren Yunanlar, kendilerini ezen zorba hükümdarları, tiranları başlarından atmışlardı. Rüşte eren erkek evlat da, babasından bağımsız olacak duruma gelmeye çabalar. Eğer Yunanlar, başlarındaki tiranların lütfedip de kendilerine reşit olma hakkı tanımalarını beklemiş olsalardı, daha çok beklerlerdi. Basiretli bir baba, reşit olmak istemeyen oğlunu evden atıp tek başına evinin hakimi olursa, o sersem evlat buna müstahaktır...  Kendisine özgürlük verilen kişi, tutsaklıktan azat edilmiş birinden farklı değildir, o bir "libertinus"tur, tutsaklık zincirinin bir kısmını hala peşinden sürükleyip duran bir köpektir, özgürlük giysisini bürünmüş olsa da aslında özgür değildir, tıpkı üzerine aslan postu geçirmiş bir eşek gibidir.'' 

 Gittikçe daha fazla insan bilinçli egoist hale geldikçe, bu kısıtlamalar ister fiziksel ister ruhsal olsun, bireyselliklerine yönelik kısıtlamaları reddedeceklerdir. Stirner'in egoizm fikrinin, bazen egoizm olarak adlandırılan diğer felsefelerden önemli ölçüde farklı olduğuna işaret edilmelidir. Stirner kişisel çıkarların, hatta bencilliğin savunucusuydu, ancak bu terimleri tipik dar anlamda kullanmadı. Stirner, hiç bitmeyen kar arayışının bir havarisi değildi, ne soyutlanma vaaz etti ne de bencilliği başka kimseyi umursamamak için bir bahane olarak kullandı. Stirner için kişisel çıkar, etrafındaki dünyayı kendi mülkü şeklinde aktif olarak ele geçiren egoist bireyden oluşuyordu. Stirner'in mülkiyet kelimesini kullanması, birçok okuyucunun onu yanlış yorumlamasına neden oldu, ancak mülke sınırlı, ekonomik anlamda atıfta bulunmuyordu. Bunun yerine kelimeyi, egoistten yabancılaşmayan herhangi bir şeye atıfta bulunmak için kullandı. Bu nedenle, bir fikre kişisel olarak ilgi duyduğumda, ulaşır ve o fikri benim mülküm haline getiririm. Bilinçli egoist için, bir şeyi kendi mülkü olarak kazanmanın tek belirleyici faktörü, ona ulaşma ve onu alma isteğidir. Egoist mülkün bu aktif ele geçirilmesinin amacı, kendinden zevk almaktır. Stirner için diğer insanlar bile (karşılıklı) kendi kendine zevk almanın bir aracıdır: '' Senin tarafından hazmedilmeye ve kullanılmaya yönlendirildiğim halde benim için sen benim yemeğimden başka bir şey değilsin. Bizim birbirimizle tek bir ilişkimiz var, kullanılabilirlik, fayda ve kullanım.''

 Stirner'i başkalarını sömürmenin savunucusu olarak görenler, yazılanları okuyamıyorlar. Stirner, aşıkların, bir kafeye giden arkadaşların ve oyun oynayan çocukların örneğini, egoistler birliği olarak adlandırdığı bu tür karşılıklı kişisel zevk veya tüketime örnek olarak kullandı. Egoistler birliği, buna katılan herkesin bunu egoizmden özgürce ve gönüllü olarak yaptığı bir ilişkidir. Egoist, birliği kullanır, birlik onu kullanmaz. Birlikteki tüm katılımcılar, bir irade eylemiyle ilişkiyi sürekli olarak yeniler; Herhangi bir katılımcı yetersiz kalıyorsa veya kayboluyorsa, birlik başka bir şeye dönüşmüştür. Birlik, Stirner'in toplumu örgütlemek için önerdiği alternatif yöntemdi, egoistlerin ''devletin gemisini batırabileceği'' ve bireysel özerkliğin gelişeceği bir duruma yol açabileceği bir araçtı. 

 Bu, zorunlu olarak, Stirner'in bu makalenin ikinci yarısı için ilgi uyandırmayı ve bağlam sağlamayı amaçlayan fikirlerinin son derece kısa bir özeti olmuştur. Stirner'in düşüncesinin genişliği ve kapsamı onu özetlemeyi zorlaştırıyor ve bu bölüm çok rahat bir biçimde iki kat daha uzun olabilirdi. Herkes ne kadar Stirner almak istediğine ve onunla ne yapacağına karar vermek zorunda kalacak, ancak Stirner'in çalışmalarının yorumlarıyla ilgili olarak kendisinin dediği gibi, ''bu senin meselen ve beni ilgilendirmiyor'', '' ben meselemi hiçe bıraktım! ''

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Çeviri | CrimethInc. - Siyasetin Bok Gibi Sıkıcı

Kitap İncelemeleri 2 | Raoul Vaneigem - Gençler İçin Hayat Bilgisi El Kitabı

Anarşizm: Sıkça Sorulan Sorular |8| Bölüm A.1.4 Anarşistler Sosyalist Midir?