Anarşizm Yazıları 7 | Hazcılığı Savunmak: 21.yy'da Yeni Hedonizmin İnşası

 Hedonizm veya daha yaygın bilinen ismiyle hazcılık, yaşamdaki en yüksek değerin haz olduğunu ve insanların temel motivasyonlarının en nihayetinde hazzı elde etmek ve acıdan kaçmak olduğunu öne süren bir düşünce okuludur. Bu çekirdek düşünce hedonist çıkarımlardan hareket eden bazı yeni paradigmaların doğuşuna da öncülük etmiştir. 

 Hazcılığın en eski okulu Antik Yunan'daki Kirene Okulu olarak bilinmektedir. Kirene Okulu'ndaki merkezi figür ve kurucu, Sokrates'in öğrencisi olan Aristippos iken, Hegesias, Anniceris, Theodorus gibi isimler de Kirene Okulu hazcılığının önemli isimlerindendir. (Kurt Lampe - The Birth Of Hedonism: The Cyrenaic Philosophers and Pleasure As A Way Of Life, Princeton University Press) Kirene Okulu hazcılığı bedensel hazların zihinsel hazlardan daha üstün olduğuna inanmış ve hazzın bireysel edimiyle uğraşarak sosyal bir etik yaratmaktan kaçınmıştırlar. (https://iep.utm.edu/cyrenaics/#H3) Öte yandan Epikürcü hedonizm anlayışı ise zihinsel hazların bedensel hazlara oranla bir zayıflığının olmadığını düşünmüş ve buna ek olarak daha mütevazı hazların peşinde olunması gerekliliğini savunmuştur. Epikürcü anlayış iki tür arzu edilen insanlık halinden bahsetmiştir; ataraksi ve aponi. Ataraksi süregelen bir tür huzur ve dinginliğe işaret ederken, (The Monist Vol.73, No.1, Hellenistic Ethics, Ocak 1990, sy. 97-110, Oxford University Press) aponi ise bedensel acının yokluğu manasına gelir (https://stringfixer.com/tr/Epicureanism) 

 Hedonist prensibi merkeze alan ve bu varsayımdan yola çıkarak gelişmiş olan, en bilinen ideolojilerden birisi faydacılıktır. Faydacılıkla ilgili ilk bilinen isim İngiliz Jeremy Bentham olmuştur. Bentham, kendi kullandığı formül ve parametreler aracılığıyla mutluluk hesabını oluşturmuştur. Bentham'ın faydacılığı sonuçcu idi, kısacası sonuç olarak yaratılan hazzı kritik olarak görüyordu. (Paul Kleinman - Felsefe 101, Say Yayınları, 96.sy) Bentham toplumun mutluluğunun en önemli kıstas olduğunu düşünüyordu, çünkü toplumun mutluluğu bireylerin toplam mutluluğu anlamına gelmektedir. Ona göre hazzın niceliği niteliğinden de önemliydi. (Paul Kleinman - Felsefe 101, Say Yayınları, 96.sy) Bentham'ın ardılı olan bir başka faydacı ise John Stuart Mill'di. Stuart Mill'in babası James Mill, Jeremy Bentham'ın yakın arkadaşıydı. Stuart Mill faydacılığı savunmasının yanı sıra liberalizm destekçisi ve kadın hakları savunucusu bir aydındı. Stuart Mill, Bentham'ın faydacılıkla ilgili savunduğu genel noktalara katılmakla birlikte, hazzın niceliğinin niteliğinden daha önemli olmadığına, bunun tam zıttının, yani niteliğin daha önemli olduğuna kanaat getirmişti. (Paul Kleinman - Felsefe 101, Say Yayınları, 96.sy) Bu açıdan, Bentham'ın tasarlayıcısı olduğu mutluluk hesabını da yanlışlıyordu.

 Bu yazıda faydacılıktan bahsetme sebebim, yazının girişinde, iskelesini hazcı prensipler üzerine inşa etmiş bir fikre yer vermek amacıyladır. Hazcılığı savunmak beraberinde faydacılığı savunmayı zorunlu kılmaz. 

 Yazının başında Kirene Okulu hazcılığı ile Epiküryen hazcılık arasındaki ayrıma değinildi. Bu manada bir ayrımın anlamlı olmadığı fikrindeyim. Zihinsel ve bedensel hazlar birbirinden bağımsız düşünülemez. Zihin denilen şey en nihayetinde bedenin bir bileşenidir ve beyin organının fonskiyonları ile işletimini sürdürür. Bedensel hazlar zihinsel fonksiyonların doğru işlemesi ile gerçekleşir. Zevk ve acı beynin belirli bölgelerinin uyarılması sonucunda tecrübe edilir. Bu kavramlara başka bir açıdan yaklaşacak olursak, örneğin fiziksel bir engel veya hastalık, kişide yarattığı rahatsızlık ve acı dolayısıyla zihinsel haz ve dinginliği ortadan kaldıracak, kişiyi depresyona sürükleyecektir. Aynı şekilde zihinsel yorgunluk ve rahatsızlıklar fiziksel acı ve huzursuzlukla sonuçlanabilir.

 Hazcılığın karşısına çıkarılan en popüler söylemlerden birisi de mutluluğun esas olduğu fikridir. Buradaki yanılgı, mutluluğun yakıtının haz ve elemsizlik olduğu gerçeğinin ıskalanmasıdır. Mutluluk kavramı bir süreci kapsamaktadır, anlık bir tecrübe değildir. Bir başka deyişle mutlu olmak bir durumdur. Acıdan, sıkıntıdan ve kederden uzak olmak ve yaşamdan zevk almakla karakterize bir durum. Bunların aksi duygularla çevrelenmiş bir bireyin mutlu olduğundan bahsedilemez. Kısacası mutluluğun esas olması aynı zamanda hazzın varlığının ve acının yokluğunun sürekliliğinin esas olmasıyla aynı anlamı taşımaktadır. Dopamin ve serotonin gibi mutlulukla ilişkilendirilen hormonlar haz alma ve depresif duyguların yatıştırılması gibi roller oynar. Tüm bunları hesaba kattığımızda, mutluluğa ulaşmanın hazcı bir prensip olduğu, hazcılığa karşı sürülecek bir temel motivasyon olmadığı ortadadır. 

 Haz ve Anlam: Uzlaştırılamaz Bir İkilem Mi?

 İnsanın yaşadığı hayatı ve tecrübeleri anlamlandırma arayışında olduğu reddedilemez bir gerçektir. Nazi toplama kampından kaçmayı başaran yazar ve psikoterapist Viktor Emil Frank en kötü ve umutsuz durumlarda dahi insanın anlam arayışında olduğunu savunmuştur. Öte yandan haz bir anlam veya rasyonel temellendirmeden uzak olarak, insanın fizyolojik kapasitesi ile gerçekleşen bedensel bir deneyimdir. Bu noktada şu soru sorulabilir: Eğer anlam arayışı birincil motavisyonsa bu durum hazcılığın insanın temel motivasyonunu izah ettiği iddiasını yanlışlamış olmaz mı? Bu soruya kısa cevabım hayır olacaktır. Anlam arayışı reddedilemez bir gerçekliktir. Her insan yaşamını ve hayatta yaptıkları eylemleri bir anlam ve büyük anlatı doğrultusunda konumlandırmaya çalışır. Bunu reddetmek son derece yanlış bir çıkarım yapmak olur. Yalnız burada birkaç problem bulunuyor. Bunlardan birisi, her insan eyleminin anlam rayına oturtularak gerçekleşmiyor olmasıdır. Örneğin dondurma yemeyi ele alalım. Dondurma, temel bir besin değildir, içerisinde çeşitli makro ve mikro besin öğeleri barındırır, belirli bir kalorisi vardır ancak tüm bu parametreler değerlendirildiğinde dondurmayı ikame edecek birçok gıda bulunabilir. Dondurmayı yiyen kişi dondurma yemeyi tercih etmiştir, bu dürtüsel olarak da gerçeklemiş olabilir ancak dondurmayı almayı ve yemeyi dondurmadan alacağı hazzı düşünerek kararlaştırmıştır. Aynı örneği alkol kullanımına da uyarlayabiliriz. Alkol birinci dereceden bir karsinojen olarak sınıflandırılmıştır. Yani en üst seviyede kanserojen bir maddedir. Dna hasarı vücuda giren Etanol'ün Asetaldehit'e dönüşmesi ile gerçekleşir.(https://www.cancervic.org.au/preventing-cancer/limit-alcohol/how-alcohol-causes-cancer) Buna karşın beyinde gerçekleştirdiği etki, düşük dozlarda rahatlama ve yüksek dozlarda ise sarhoşluk olarak kendisini gösterir. Bu durum sınırlı bir süre için de olsa alkol alan bireylerde rahatlama, sıkıntı ve stresten uzaklaşmayla sonuçlanır. 

 Peki anlam arayışı nerede geçerlidir ve hazcılıkla nasıl bağlantılıdır?  Yaşamın anlamlandırılması; varoluş, türün neslinin sürdürülmesi, toplumsal yaşamın örgütlenmesi ve canlı ekosistemin korunması gibi konularda elzemdir. Yaşam ortaklaşalığı ve müşterekliği gerektirir. Birey kavramı topluluk olmadan oluşamazdı. Dünya üzerinde milyarca insan ve milyarlarca canlı türü bulunmaktadır. Haz ve acıdan kaçma kavramları varoluşun ve onun yan ürünü olan evrimsel sürecin bir getirisidir. Varoluşun sürdürülebilmesi için yaşamın insanlar arasında bir ortaklaşalık kurulacak şekilde örgütlenmesi gerekir. Sürekli bir çatışma ve savaş hali hazzı engelleyip acıyı çoğaltacağı gibi en nihayetinde türün ve türlerin varoluşunu da tehlikeye sokacaktır. İnsan ve diğer primat türleri de evrimsel süreçte bu durumu destekleyecek beceriler edinmiştir. İnsanlardaki empati kapasitesi altruizm olarak da adlandırılmaktadır. 2009 yılında Elinor Ostrom ve arkadaşları, öz-örgütlenme ve insanların müştereklerin yönetimi için nasıl işbirliği yaptıklarını ve onları yönetebildiklerini gösteren çalışma ile Nobel Ekonomi Ödülü'nü kazanmışlardı.(Not: Bu ödül aslında bilindiği anlamda Nobel Ödülü değildir.)  ( David Sloan Wilson - Does Altruism Exist? Culture, Genes and The Welfare of Others, Yale University Press, sy. 22) İnsanın empati yeteneğine dair bir başka bulgu da ayna nöronlar olmuştur. Ayna nöron, bir canlının herhangi bir hareketi kendisi yaptığında ve aynı hareketi yapan birini gözlemlediği durumların her ikisinde de ateşlenen nöronlar için kullanılan terimdir. (https://tr.wikipedia.org/wiki/Ayna_nöron) Ayna nöronları empati kapasitesini açıklamak için kullanılan bulgulardan birisidir. (Leonard F Häusser - Empathy and mirror neurons. A view on contemporary neuropsychological empathy research) (Health Psychology,  Volume 6 No. 1, 2009, I Feel Your Pain: Mirror Neurons and Empathy) Bu konuda örneklendirilecek birçok done mevcut ancak bu yazıyı çalışmalarla bombardımana tutmak gibi bir amaç bulunmadığı ve en nihayetinde bir deneme yazısı olduğu için örnekleri sınırlandırmak en doğrusu olacaktır. 

 Öte yandan insan içerisinde bulunduğu ekosistemin, canlı çemberinin bir parçasıdır. Onun bir parçası olduğu kadar ekosistem üzerinde tamamen olmasa da kısmi etki sahibidir. Kaynakların tüketilmesi, doğanın talan edilmesi ve diğer canlı türlerinin tükenmesi neticede insan türünün refahını ve varoluşunu da tehlikeye atacaktır. Bu da insanları kendilerini oldukları kadar içerisinde yaşadıkları canlı tabiatı da önemsemeye itmektedir. Bu iş sadece ekosistemin doğru işleyişi için empati yapmakla sınırlı kalmamalıdır, ekosistemi anlamalı ve olası felaketlerden korumalıdır. İnsan bunu yaparken bir yandan kendi bedenini, işleyişini ve doğal süreçte gerçekleşen rahatsızlıkları da anlamalı ve düzeltmelidir. Tüm bunlar hem pozitif hem de sosyal bilim denilen çeşitli disiplinlerin gelişmesine yol açmıştır. Bunlar insanların ortak uğraşıları ve kabullerini oluşturur. Aksi durumda varoluş ve düzen sıkıntıya girecektir. Hazzın ve refahın yerini acı, keder, hatta yok oluş alacaktır. Anlam arayışının bir başka sebebi de özgür istenç veya özgür irade olarak ifade edilen şeydir. İnsan, deterministik faktörlerin etkisi altında bir kukla hayatı yaşıyor olmayı korkutucu ve stres dolu bulur. Özgür irade ve determinizm tartışması bir yana, her insan özgür iradeye sahip olduğuna inanmak ister. Dini bir kader inancı olan kimseler dahi yaşamdaki olayların ve gelişmelerin bir kısmının kontrol dışı olduğunu söylese de yadsınmayacak bir seviyede özgür irade olduğuna da inanır. Özgür irade yoksa insan başına gelecekler üzerinde kontrol sahibi olamaz, bu bilinç korku ve endişe doğurur. Yaşam serüvenini anlamlandıran insan bunu özgür irade kavramına merkezi bir rol biçerek yapar. Bu sayede acılardan, kötülüklerden kaçmanın ve mutluluğa ulaşmanın kendi kontrolü altında olduğunu düşünür. 

 Tüm bu faktörler göz önünde bulundurulduğunda anlam arayışının hazcı prensiplerle çelişmediği ortadadır. Her eylemin bir anlam arayışının sonucu olmadığı bunu kanıtladığı gibi varoluşun bizzat kendisi de anlamı öncelemektedir. 

 Cinsellik ve Hazcılık:

 Eşeyli üreyen canlılar bu üremeyi cinsellikle gerçekleştirirler. Türün neslinin devamı için cinsellik bu canlılara doğa tarafından zorunlu kılınmıştır. Bu anlamda cinsellik, insan türü için en önemli kavram ve aktivitelerden birisidir. Her ne kadar cinsellik insan gibi memeli ve eşeyli üreyen hayvanlarda türün devamı için kaçınılmaz da olsa, cinselliği üremeye indirgemek yanlış olacaktır. Cinsellik, sadece türün devamlılığı için gerçekleştirilen bir üreme hammallığı değildir, aynı zamanda insan bedeninin fizyolojik olarak deneyimleyebileceği en büyük hazlardan birisine ulaşmanın aracıdır. Cinsel istek libido olarak da adlandırılır. Bu durumu düzenleyen şey büyük ölçüde cinsiyet hormonlarıdır.(Androjenler ve östrojenler) Seks sırasında dopamin, serotonin, oksitosin, noradrenalin gibi hormonlar salgılanır. Bu durum haz alınmasını sağlar. Orgazm sonrasında salgılanan prolaktin ise cinsel doyumu gerçekleştirir.  (https://goaskalice.columbia.edu/answered-questions/why-does-sex-feel-good) Cinsellik, katılan tüm tarafların rızası doğrultusunda gerçekleştiği sürece iyi bir eylemdir ve yaşamdaki en kritik alanlardan birisini işgal etmelidir. 

 Cinsel Özgürlük Devrimi ve  Ölmek Bilmeyen Bir Lanet - Namus Kavramı ve Patriyarka

 Özellikle günümüz gençliği, eski jenerasyonların gençliğiyle kıyaslandığında cinsel tabulara yenik düşmemek konusunda çok daha bilinçli. Bu durum muhafazakar ve cinsel tabuların esiri olmuş kimseler tarafından namussuzluk vb. kavramlarla lanetlenebiliyor. Bu tarz aşağılamaların artık ciddiye alınmadığı ve durumun ahlaksızlıkla bir ilişkisinin bulunmadığı ortada. Bekaret ve özellikle de kadınlarda isimlendirilmesiyle bakirelik kavramı, mitsel anlatılarla çevrelenmiş gereksiz anlamlandırmalardan ötesi değildir. Erkeklerde bekaretin bozulması ''erkekliğe adım atmak'' olarak nitelendirilirken kadınlarda bakireliğin bozulması durumu ahlaksızlık, iffetsizlik vb. etiket ve yaftalarla sonuçlanmaktadır. Bu açıdan namus kavramının ataerkinin koruyucusu olduğu tüm berraklığıyla ortadadır. Zihinlerde kemikleşmiş ve hegemonya tesis etmiş olan anlayış kadın cinselliğini bir tür iffetsizliğe ve argo tabirle orospuluğa esir etmektedir. Egemen ideoloji bu algıyı farklı araçlar üzerinden sürekli canlı tutmakta ve yeniden üretmektedir. Buna gelenek adı altında gerçekleşen uygulamalar da çanak tutar. Porno filmlerde de birçok kez kadın, tüm görevi erkeği orgazma ulaştırmak olan bir aracı olarak portrelendirilir. Bu durum çarpık ataerkil zihniyete odun taşıdığı gibi izleyicilerde patolojik durumlara yol açabilir. Bunların da ötesinde, porno ile fuhuş doğrudan ilişkili durumdadır. Birçok porno oyuncusu kadının, bu işe başlamadan önce zaten fuhuş yapmakta olduğu pek de sır olmayan bir gerçektir.

 Cinsel özgürlük devrimi, belli başlı değişimlerle gerçekleşecek düzeyde değildir. Toplumsal bir devrim, topyekün bir dönüşüm zorunludur. Cinsel tabuların yıkılması sekülerizmle de ilişkilidir. Bu açıdan dinci gericiliğin bertaraf edilmesi bir zorunluluktur. Aynı zamanda mevcut iktisadi örgütlenme biçimi de cinsel özgürlük devriminin önünü tıkamaktadır. Kapitalizm sermaye birikimine ve sürekli ekonomik büyümeye dayalı bir iktisadi modeldir. Sermaye bilhassa realizasyon problemi çektiği dönemlerde sanayi harici işlerle değerlenmek ve büyümek ister. Buna fuhuş ve porno sektörü de dahildir. Kısacası bu durum ataerkiyi ve kadın bedeninin metalaşmasını sürdürür. Fuhuş, evlilik dışı cinsellikle karıştırılmamalıdır. Bu durum seks arkadaşlığı da değildir. Bunların hepsi meşru ve özgürce tecrübe edilmesi savunulan kavramlar olmalıyken fuhuş kadın bedeninin bir metaya indirgenmesidir. Daha da ötesinde, kadın bedeninin erkek bedenini tatmin edecek bir araçtan başka bir şey olarak değerlendirilmemesidir. 

 Cinsel özgürlük devrimi aynı zamanda kültürel bir devrimi de gerektirir. Cinsel tabular ve ataerkiyi oluşturan anlayış ve gelenekler yıkılmalı, yeni bir kültür inşa edilmelidir. Farklı cinsel eğilimlerden insanlar ve transseksüeller de bu değişimin ana aktörleri arasında yer almalıdırlar.

 Hazcılık ve Sadomazoşizm Paradoksunun İzahı: Sadizm, Mazoşizm ve Haz

 Hazzın temel insan motivasyonu olması anlayışına karşı öne çıkarılan en büyük tezatlardan birisi de sadomazoşizmdir. Bu terim sadizm ve mazoşizm terimlerinin bir birleşiminden elde edilir. Sadizm, ismini Fransız aydın Marquis De Sade'dan almaktadır. Sadizmde, bir başka özneye çektirilen acı ve ıstırap bu eylemi uygulayan kişiye haz verir. Mazoşizm ismi ise Avusturyalı romancı Leopold Von Sacher Masoch'tan gelmektedir. Mazoşizmde ise acı çeken öznenin bu durumdan haz alması durumu söz konusudur. Hem sadizm hem de mazoşizm cinsellikle doğrudan bağlantılıdır. Bu yüzden her ikisi de parafili yani bir cinsel bozukluk olarak kategorilendirilmektedir. Bir çalışmada sadist insanların beşte ikisinde beynin frontal lobunda çeşitli anomaliler saptandığı kaydedilmiştir. ( R Langevin , J Bain, G Wortzman, S Hucker, R Dickey, P Wright - Sexual sadism: Brain, blood, and behavior) Bir başka çalışmada ise mazoşistlerin, fonksiyonel manyetik rezonans görüntülemesi sonucunda, acıyla karşılaştıklarında beyinlerinin acıyla ilgili sensörleri uyarmak yerine duyusal-ayırt etici işlemler yaptığı gözlemlenmiştir. (Sandra Kamping, Jamila Andoh,a Isabelle C. Bomba, Martin Diers, Eugen Diesch, Herta Flor - Contextual modulation of pain in masochists: Involvement of the parietal operculum and insula) Bu bulgular incelendiğinde sadomazoşizmin patolojik bir olgu olduğu söylenebilir. Bir başka deyişle sadomazoşist davranış türleri fizyolojik anomalilerin bir sonucu olarak ortaya çıkıyor olabilir. İnsan beyninde cinsellik ve agresyon uyarım bölgelerinin komşu olduğu bilinmektedir. Özellikle erkeklerdeki ana cinsiyet hormonu olan testosteron ve türevleri agresyonla ilişkilidir. Erkeklerde sadomazoşizmin daha sık görülmesi belki de bu yüzden olabilir. Asıl soru sadomazoşizm patolojisinin nasıl geliştiğidir. Bilindiği üzere majör depresyon hastalarının beyinlerinde de çeşitli bulgular edinilmiştir ve genetik faktörler bu kondisyonun gelişiminde rol oynamaktadır ancak bu bozukluğun  gelişimi için travmatik bir dizi olay gerçekleşir. Çocuklukta veya cinsel olgunlaşma sürecinin erken dönemlerinde yaşanan travmatik olayların sadomazoşizmin gelişmesinde ciddi rol oynadığı düşünülmektedir. Ek olarak sadomazoşizmin beyin tarafından sonradan öğrenilerek edinileceği de mümkün görülmektedir. Bu durum sadomazoşist içeriklere ve tecrübelere maruz kalmaktan kaçınmayı gerektirebilir.

 Frankfurt Okulu düşünürlerinden Erich Fromm, ''Özgürlükten Kaçış'' isimli kitabında sadomazoşizm kavramına da yer vermiş ve incelemiştir. Fromm'a göre sadece mazoşizm değil, yetkeci ve dominant rolü oynayan sadist birey de üzerinde egemenlik kurduğu ve acı çektirdiği nesneye bağımlıdır. (Erich Fromm - Özgürlükten Kaçış, Say Yayınları, sy. 158) Fromm gözlemlerini aktarırken şunları da söylemektedir: '' Şimdi asıl soruya geliyorum: Mazoşist sapkınlıkla mazoşist kişilik özelliklerinin kaynağı nedir? Ayrıca, mazoşist isteklerin ve de sadist isteklerin ortak kaynağı nedir? Bu yanıtın hangi yönde aranacağı, bu bölümün başlangıcında belirtilmişti. Mazoşist istekler de sadist istekler de, bireyin o dayanılmaz yalnızlık ve güçsüzlük duygularından kaçmalarına yardım etme eğilimindedirler. Mazoşist kişiler üzerinde yapılan ruhçözümsel ve diğer deneysel gözlemler, bu kişilerin yalnızlık ve önemsizlik korkusuyla dopdolu olduğunu gösteren pek çok kanıt sunmaktadır. Bu duygu çoğu kez bilinçli değildir, genellikle ödünleyici özellik gösteren önemlilik ve kusursuzluk duygularıyla örtülüdürler. (Erich Fromm - Özgürlükten Kaçış, Say Yayınları sy. 163) '' Sadist dürtülerin özü nedir? Burada da, başkalarına acı vermek dürtünün özünü oluşturmaktadır. Gözlemleyebildiğimiz çeşitli sadizm biçimlerinin hepsi de tek bir temel dürtüden kaynaklanır. Bu, bir başka kişi üzerinde eksiksiz bir egemenlik kurmak, onu kendi iradesinin çaresiz bir nesnesi haline getirmek, mutlak yöneticisi olmak, tanrısı haline gelmek ve istediği şekilde kullanmak dürtüsüdür. Onu aşağılamak, esir almak, bu amaca ulaştıran yolları oluşturur, en köklü amaçsa ona acı çektirmektir, çünkü, bir başka insana acı vermekten, onu kendisini koruma yetisinden yoksun bir halde acıya katlanmak zorunda bırakmaktan daha büyük bir güç yoktur. (Erich Fromm - Özgürlükten Kaçış, Say Yayınları sy. 168) Sadist de mazoşist de bağımsız bir benlik olarak sahip olmadıkları gücü bir diğer özneye bağlanarak elde eder. (Erich Fromm - Özgürlükten Kaçış, Say Yayınları sy. 169) 

  Sadomazoşizm, hazcılığa karşı bir paradoks olarak ileri sürülebilir. Özellikle de mazoşizm. Bir birey acı çekmeyi arzuluyorsa bu haz arayışında olduğunun reddi anlamına gelmez mi diye sorulabilir. Bu yanlış bir çıkarımdır. Sadomazoşizm patolojik olarak yalnızlık ve güçsüzlük hislerinden kurtulmak için gerçekleşiyorsa eğer, bu durum acıdan, kederden ve olası tehlikelerden kaçmak anlamına gelir. Öte yandan mazoşizmde beyin acı girdisini farklı işlemektedir. Bu da hazcılığa aykırı bir durum teşkil etmez. Peki sadomazoşizm bertaraf edilebilir bir durum mu? Tıbbi kaynaklara bakacak olursak sadist ve mazoşist kişilik bozukluklarının kesin bir çözümü yok. BDSM olarak adlandırılan cinsel sadizm ve mazoşizmin karşılıklı rıza doğrultusunda gerçekleştiği cinsellik pratikleri, sadomazoşizmin gündelik yaşamda rızaya dayanmayan, tahakkümcü biçimlerde gerçekleşmemesi adına bu arzuları tatmin etmeye yardımcı olabilir. Yine de sadomazoşizmin gündelik hayatta, cinsellik harici alanlarda da hem bireye hem de topluma zarar vereceği düşünülürse, bu patolojinin gelişmesini olabildiğince engelleyecek bir toplumsal örgütlenme modeli geliştirilmesi elzemdir. 

 Robert Nozick'in Tecrübe Makinesi Örneğine ve Hazcılık Eleştirisine Bir Yanıt

 Robert Nozick, sağ-liberteryenizm ve minarşizm destekçisi ABD'li bir akademisyendir. Hedonizme eleştiri sunmak adına en bilinen kitabı olan ''Anarşi, Devlet ve Ütopya'' adlı eserinde ''Tecrübe Makinesi'' ismini verdiği bir örneklem oluşturur. Şöyle söyler; '' Size istediğiniz tecrübeyi verecek bir tecrübe makinesinin olduğunu varsayalım. Harika beyin psikologları beyninizi uyarır ve böylece büyük  bir roman yazdığınızı, bir arkadaşlık kurduğunuzu ya da enteresan bir kitap okuduğunuzu hissettiğinizi sanırsınız. Bu esnada beyninize bağlanmış elektrotlarla bir havuzun içinde bulunuyorsunuz. Yaşamınızdaki tecrübeleri önceden programlayan böyle bir makineye ömür boyu bağlanılabilir mi? Eğer arzuladığınız tecrübeleri kaçırmaktan endişe duyarsanız, iş dünyasındaki girişimcilerin diğer birçok insanın yaşamını tam olarak araştırdıklarını farzedebiliriz. Bu tür tecrübeleri ihtiva eden kütüphane veya büfeler içinden tercihte bulunup, örneğin gelecek iki yılın yaşam tecrübelerinizi seçebilirsiniz. İki yıl sonra, havuzun dışında on dakika veya on saat kalıp ondan sonraki iki yılınız için tecrübeler seçersiniz. Simülasyon olduğunu bilmeyeceksiniz. Bunların gerçekten olduğunu zannedeceksiniz. Diğerleri de istediklere tecrübelere sahip olmak için bağlanmak isteyebilirler. Böylece onlara hizmet etmek için bağlanmamış olarak kalmaya gerek kalmaz. (Eğer herkes bağlanırsa makineleri kimin çalıştıracağı problemini bir yan bırakın.) Böyle bir makineye bağlanır mıydınız? İçerden yaşamlarımızın nasıl hissedildiğinden başka bizim için ne önemli olabilir ki? Karar verdiğiniz an ile makineye bağlandığınız an arasında birkaç saniyelik sıkıntıdan dolayı da bu işten kaçınmamalısınız. Ömür boyu sürecek bir mutlulukla (eğer tercihiniz buysa) kıyasladığınızda bir kaç saniyenin ne önemi var? Eğer en iyi kararı verdiyseniz, neden sıkıntı hissedesiniz ki? (Robert Nozick - Anarşi, Devlet ve Ütopya, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, sy.79) Nozick, insanların bu makineye girmeyi reddedeceğini söyler ve bu durum da hazcılığı yanlışlamaktadır. Bunu reddetmelerini ise şu sebeplere bağlar; insanlar en nihayetinde realiteyle bir bağ kurmak isterler. Daha derin bir gerçeklikle bağ kurmak haz almaktan ve acıdan kaçmaktan daha üstündür. Bir başka sebep olarak da gerçekten başarmış olmanın tecrübe etmeye karşı olan üstünlüğünden bahseder. Bu duruma örnek vermek gerekirse; gerçekten de Everest'in tepesine çıkmak aynı duygu ve hazzı simüle ederek yaşamaktan daha üstündür. Nozick her ne kadar son derece zorlayıcı ve iyi dizayn edilmiş bir örnekle hazcılığı zorlasa da iddia ettiği gibi hedonizmi yerle bir eden bir durum söz konusu değildir. 

 Nozick çıkarımını, adeta insanların tamamının bu tecrübe makinesine bağlanmayı reddecekleri varsayımı üzerine kurmaktadır. Nozick'e göre herhangi bir kimse bu makineye bağlanmayı reddediyorsa hazzı gerçekliğe ve gerçekten başarmış olmaya, belirli bir karakter geliştirmiş bir insan olmaya üstün tutmuyor anlamına gelmektedir, bu da hazcılığın insanın en temel motivasyonu olduğunu reddeder. Bir de diğer açıdan bakabiliriz, bu makineye bağlanmayı herkesin reddedeceğini düşünmek yanıltıcı olacaktır. Bu makineye bağlanmayı tercih eden insanlar da olacaktır. Bu da bu insanların hazzı ve acıdan kaçmayı daha derin bir gerçeklikle bağlantı kurmaya, gerçekten başarmış olmaya tercih ettikleri anlamına gelir. Durum böyleyken farklı bir nedene yönelmeliyiz, bazı insanların makineye bağlanmayı tercih ederken, diğerlerinin etmemelerinin çok daha farklı bir sebebi olmalı. Adım adım gidecek olursak; ilk sebep bağlanmak istemeyen insanların makineyle ilgili olası bir problem yaşanması, işlerin beklendiği gibi gitmemesinden endişe etmeleri ile açıklanabilir. Bu durum, örnekteki makinenin problemsiz bir makine olduğunun kesin olması şeklinde güncellendiğinde dahi katılım göstermeyen insanlar var olmaya devam edecektir. O zaman sebep aramaya devam etmeliyiz. Şöyle bir örnek vermek sorgulama rotamızı daha doğru bir yöne çekecektir. Hapishanede, bir hücrede, potansiyel olarak tehlikeli mahkumlarla birlikte müebbet hapis cezasına çarptırılmış bir kimseyi ele alalım. Bu kimse makineye sonsuza dek bağlanmayı tercih edecek midir? Bu ihtimal başka durumdaki birisine kıyasla çok daha yüksektir. Eğer makineye bağlanmama sebebi gerçeklikle bağlantıyı koparmamak olsaydı, içerisinde bulunan durum önemli olmaksızın bağlanmamak tercih edilecekti. Acı seviyesi arttıkça ve hazza ulaşma olasılığı azaldıkça, makineye bağlanma ihtimali yükseliyor denilebilir. Bu da hazcı prensiplerin temel motivasyonlar olarak rol oynamaya devam ettiklerini gösterir. Peki hala daha bağlanmayı reddeden kimseler, özellikle de son verilen örnektekinden daha iyi bir yaşam standartına sahip olanlar, neden reddetmekte? Şunu söyleyebiliriz ki bu karar bireyler tarafından varsayımlar üzerine alınmakta. Kısacası karar anında bireyler makineye bağlı olmanın nasıl bir şey olduğunu tecrübe etmemiş durumdalar, sadece kendilerine anlatılanlar doğrultusunda makineyle ve işleyişiyle ilgili bilgi sahibiler. Makineye bağlanmak, her ne kadar tamamen olmasa da, bireylerin özgür iradesini gerçek bir realitye kıyasla daha kısıtlı bir spektruma indirgeyecektir. En azından bu iki ihtimal arasında seçim yapması sorulan kimselerin hissedeceği şey budur. Bu ihtimal de insanlarda korku ve endişeyle sonuçlanır ki bu da acı demektir. Belki de makineye bağlanmak gerçekten de bireyler için daha iyi bir tercihtir ancak bu seçim makineye bağlı yaşamanın hazzı ve acıdan yoksunluğu tecrübe edilmeden önce gerçekleştirildiği için bahsedilen sebepler doğrultusunda bir tercih ön yargısından söz edilebilir. Bir başka sebep de varoluşsal sürdürülebilirliğe bağlı etik bir sebep olabilir. Bu durum hazcı prensiplerin ana itki olduğu gerçeğini reddetmez. İnsan sosyal bir canlı olmanın getirdiği evrimsel faktörler neticesinde empati yapma becerisine sahiptir ve edindiği dostları, yaşamındaki insanları bırakma, terk etme fikri korkutucu ve acı verici gelebilir. Bu örnekten elde edilen verilere göre, insanlara kendileri bağlanmayı tercih ettikleri durumda tanıdıkları herkesin bağlanacağı söylendiğinde bu durumu kabul etme oranının bir hayli arttığı kaydedilmiştir. Kısacası Nozick'in örneklemi, sayılabilecek birçok nedenden dolayı sağlam ayaklar üzerinde durmamaktadır. 

 Hazcılıkla ilgili söz edilen paradokslardan birisi de inanların haz vereceğini bildikleri bazı eylemleri gerçekleştirebilecekken kaçınmalarıdır. Bu bir paradoks değildir. Kısa vadede yüksek haz sağlayacak bazı eylemler, sonrasında hazzın uzun süre elde edilememesi veya acı çekilmesi gibi durumlarla sonuçlanabilir. İnsan bilişsel kapasitesini kullanarak ve sorgulayarak bu kanıya kolaylıkla varabilir. Bu durumu anlayan ve eylemden kaçınan birey, olası bir felaket ve acıyı önlemiş olmanın hazzını ve dinginliğini yaşar. Uzun vadede hazzı elde etme ve acıdan kaçınma olasılığını arttırmış olur ve bunu gerçekleştirmiş olmaktan da haz duyar. 

 Faydaclığın Hazcı Bir Eleştirisi:

 Faydacılık hazcı ilkelerin çekirdeğinden büyümüş ve yeşermiş bir paradigmadır fakat hazcılığı esas alan her yaşam praksisi faydacı ilkeler üzerinde yükselmek zorunda değildir, hatta faydacılığı reddeden bir pozisyonda da duruyor olabilir. Modern anlamda faydacılık, toplumdaki tüm bireylerin kişisel çıkarlarının azami seviyeye çıkarılmasının tüm toplumun haz ve acı dengesini olumlu yönde etkileyeceğini varsaymaktadır. Bu anlayış klasik liberalizm ve günümüzde neoliberal politikalarla son derece uyumlu bir biçimde hareket edebilmektedir. Bu aşamada faydacılık bir idelojik aygıt olarak statükonun devam ettirilmesi görevini görmektedir. Sınıflı toplumlar homojen yapılanmalar değildir. Farklı çıkarlara sahip sosyal sınıflardan, kartellere ve benzeri örgütlenmelere dek birçok yapıyı içerisinde bulundurur. Bu sosyal sınıflar ve çıkar grupları üzerinde tahakküm kurdukları kimselerin yaşamlarını ezerken bir yandan da kendi faydalarını azami seviyeye yükseltmiş olurlar. Örnek vermek gerekirse işçilerin özyönetiminde yönetilmekte olan bir fabrikayı ele alalım ve bu fabrikanın özelleştirildiğini düşünelim. Fabrika özelleştirildikten sonra satılan sermaye grubunun kar etmesi için üretim yapacaktır ancak daha öncesinde işçiler doğrudan yönetimle kendileri elde ettikleri karı doğrudan realize ediyorlardı. Özelleştirildikten sonra ise birer maaşlı çalışan haline gelmişlerdir. Bir uyuşturucu karteli de aynı şekilde kendi çıkarları doğrultusunda sermayesini büyütür, insanları zehirlemeye, dolandırmaya ve yaşamlarını almaya dek uzanabilecek eylemlerde bulunur. Kısacası hem iktisadi hem de iktidarın ve tahakkümün farklı formları sürdüğü için genel bir fayda artışından söz edilemez. Bu durum kendi içerisinde çelişkilidir. Tahakküme ve sömürüye dayalı yapıların ortadan kaldırılması hazcı bir toplumsal yaşama pratiğinin yaratılması için tek çözüm yoludur. 

Hazcılık ve Özgürlük:

 Hazcılığın insan yaşamındaki temel itki olduğu görüşüne karşı sürülebilecek itirazlardan birisi de özgürlüğün hazdan önce geldiği iddiası olabilir. Burada ne tür bir özgürlükten bahsedildiği bilinmelidir ve şu soru sorulmalıdır; Özgürlük koşulsuz şartsız bir serbestlik ve her türlü müdahalenin yoksunluğu mudur? Örneğin bir durum hayal edelim, vahşi doğada, Afrika'da bir insanın her türlü müdahaleden uzak ve aslanlarla dolu bir ortamda yaşadığını ve hayatta kalmak için onlarla mücadele etmek zorunda olduğunu düşünelim. Bu kimse tamamen dış müdahalelerden yoksun olduğu tam bir özgürlük durumunu mu tercih edecektir yoksa ondan izin alınmasa bile ona yardım etmeye birilerinin geldiği bir durumu mu? İlk durumda hayatta kalma şansı imkansıza yakındır, ikincisinde ise ona yardım edecek birilerinin çıkıp gelmesi, onun yaşam alanını işgal etse hatta yardım istememiş dahi olsa onun yaşamını kurtarma şansını çoğaltacak, acıdan hatta yok oluştan kaçmış olacaktır. Özgürlük, insanın hazza erişme ve acıdan kaçmasına yardım etmesine yarayan bir durumdur. İnsan, özgür iradesi ile, her türlü zararlı dış etkiden azade bir biçimde hareket ettiği sürece kendisi için en çok haz verecek ve acıdan uzak durmasını sağlayacak eylemleri seçeceğine inanır. Fakat özgür olmanın kendi yaşamını tehlikeye atacak ve acıya sürükleyecek olduğu durumlarda ise güvenliği özgürlüğe tercih eder. Bu güvenlik, kişinin özgürlüğünü kısıtlamaz, özgürlüğünün sürekliliğini yaşatır. Örneğin, kimsenin yardımı olmadan aç ve işsiz kalacağını bilen birisi bu durumda birilerinin ona iş bulmasını veya vermesini tercih etmez miydi? Aksi halde acı çekmeye devam edecek ve uzun vadeli özgürlüğünü de kaybedecektir. Kısacası özgürlük insanın en büyük arzularından birisidir, çünkü onun hazzı elde etmesine ve acıdan kaçmasına aracılık eder. Fakat bu yapıcı koşullarla donatılmış bir özgürlük için geçerlidir, yıkıcı sonuçlara gebe olacak her türlü müdahale, hak ve yardımdan yoksunluk durumunda insanlar özgürlükten kaçma ve kendilerini acıdan, kötülüklerden koruyacak kimselere sığınma eğilimindedirler. 

 Peki kölelik şartlarında olmak veya özgür olmamak hazcı perspektiften bir problem midir? Elbette ki. Kölelik şartları altında birisinin bu durumdan haz alabileceğini iddia etmek, ileri derecede mazoşizm vb. patolojiler haricinde mümkün değildir. Çünkü kölelik, bir insanın diğerini kullanarak fayda elde etmesini içerir. Kullanılan kimse kendi özgür iradesi haricinde davranır, fiziksel ve zihinsel emeğini kendi hazzı için değil başkasını hazzı için sarf eder. Bu durum kişide acı, geleceğe dönük korku yaratır. Ayrıca toplumsal yaşamı da derinden bozar. Bu sebeple yapıcı ve insanları mutlu edici, hazza ulaştırıcı bir özgürlük gereklidir. 

 21. yy'da Yeni Hedonizmin İnşası: Anarşizm, Liberter Sosyalizm, Doğrudan Demokrasi ve Hazcılık

 Şu ana dek hazcılığın insan eylemlerindeki temel hareket noktası olduğu üzerinde durduk. Bu psikolojik hazcılığın kabulüdür. Kısacası insan, doğası gereği hazcıdır. Fakat hazza nasıl ulaşılacağı, ne tür hazların yaşanacağı ve hazcı prensiplerin gerçek hayatta nasıl işleyeceği tamamen farklı bir konudur. Örneğin kokain kullanmak da hazzı elde etmeye yaracaktır, spor yapmak da. Bir insanın yaşamını mahvetmek ona acı çektirmek de sadistik bir hazla sonuçlanabilir, onlara yardım etmek, kendi yaşantınısını geliştirirken başkaların yaşantısını iyileştirmek de. Bunları konuştuğumuz andan itibaren hazcılığın etiği konusuna gelmiş oluyoruz. Hazcılığın doğası gereği amoralist olduğu düşünülebilir ancak bu her daim doğru olmayabilir. Gerçek anlamda amoral bir bireyden söz etmenin de mümkün olduğu pek söylenemez. Ayna nöronların varlığı, insanın kaçınılmaz olarak sosyal bir canlı olarak evrimleşmesi ve hayatta kalmak için karşılıklı yardımlaşmaya ihtiyaç duyması, ahlakın kaçınılmaz olarak gelişeceğini bizlere gösteriyor olabilir. 

 Hazzın tahakküme dayalı olduğu durumlarda bu durum sadistik bir karakter kazanmaktadır. Bir insanın, başka birilerinin çıkarına hizmet etmek zorunda olduğu bir toplumsal örgütlenme modelinde acı kaçınılmazdır ve bu tür modeller, günümüzde olduğu gibi yaşanılabilir bir hayatı imkansız hale getirebilir. Ekonomik büyüme denilen, sözde genel fayda azamileştirici kavram sadece sermaye sınıfının zenginliği ve büyümesi anlamına gelmektedir. Ekolojik sürdürülebilirlik büyüme ekonomisi altında imkansızdır. Günümüzde çıkan orman yangınları ve doğanın tahribatı bunun en büyük kanıtlarındandır. Kapitalist iktisadi koşullar, sermayenin yoğunlaştığı ülkelerin yaşam koşullarını, diğer ülkelerde acı ve hazzın yoksunluğu pahasına arttırır. Birilerinin hazzı ve zevki, diğerlerinin acı çekmesi ve güvenlikten yoksunluğu manazına gelir. Fikret Başkaya'nın da aktardığı üzere; ''Eğer tüm ülkeler Katar'ın düzeyinde yaşasaydı 9.2 gezegen, ABD düzeyinde 5 gezegen, Güney Kore düzeyinde 3,8 gezegen, Almanya düzeyinde 2,9 gezegen, Fransa düzeyinde 2,9 gezegen, Çin düzeyinde 2,3 gezegen, Endonezya düzeyinde 1 gezegen, Ekvator düzeyinde 1 gezegen gerekecekti.'' (Fikret Başkaya - Çıkış Buradan: Perspektifi ve Paradigmayı Değiştirmek, Yordam Yayınları, sy.94) Üretim, kullanım değeri üretmek değil, mübadele değeri gözetilerek devam ettiği sürece bu durum kaçınılmazdır. Ana akım iktisat teorisyenleri ve ekonomistler, suyu bulandırarak bu durumun bilimselliğini adeta bir pozitif bilimden, doğa bilimlerinden bahsediliyormuşcasına ballandırırlar ve duruma çanak tutarlar. Bu durum insanların alternatifi düşünmelerini, hayal etmelerini bile adeta bir deli saçmalığıymış gibi gösterir. Nüfusun tamamına yakınının, yüzde 1'lik bir kitlenin cebini doldurmak için çalıştığı, hayatını heder ettiği bir düzende ne zevk, ne refah, ne de rahatlık duyguları uzun süreli olamaz. Ancak kısa süreli ve şiddetli hazlar, daha büyük acıları yaratmak için tecrübe edilebilirler. Bu duruma ''hedonist anhedoni'' adını verebiliriz. Haz almak için ucuz hazlar arayışına giren ancak bu yolda daha büyük acılara ve haz yoksunluğuna ulaşan kitleler... Sahip olmanın, olmayı, var oluşu ve kendinde bireyliği ezdiği bir toplumda, acı kendisini üretmenin  yolunu bulacaktır. Bu obsesyon, kaçınılmaz olarak acıyı üretmeye devam edecektir. 

 Bu yüzden, hazcı prensiplerin gerçekten başarıyla uygulanabilmesi için, insanların tahakküm altında olmamaları ve yaşamlarını gerçekten de başkalarının faydaları için değil, kendileri doğrultusunda yaşamaları gereklidir. Ancak bu durum haz üretebilir ve acıdan uzak tutabilir. İnsanları bir sopa ile korkutan, onlardan vergi adı altında haraç kesen, sermaye sınıflarının ve kartellerin güvenlikleri sağlamak amacıyla sırtlarını yasladıkları devlet, asla reforme edilemez. Merkezi bir iktidarın, bürokratik bir elitin bulunduğu toplumda insanlarım özgürce kendi mutluluklarının peşinden gitmeleri mümkün değildir. İnsanların doğrudan katılımcıları oldukları, yerel ve demokratik örgütlenmelerin, bürokratik ve siyasal parti aygıtının dayatmalarının olmadığı özgürlükçü bir toplum pratiği zorunludur. Bu toplumda her bir bireyin ihtiyaçları karşılanmalıdır, hazzın doyumu ve refah ancak böyle sağlanabilir. Üretim ihtiyaç doğrultusunda olmalı, sermayenin büyümesi amacıyla değil. Teknolojinin ve yapay zekanın gelişimi, katılımcı demokrasiyi ve yerel planlamayı geliştirmiştir. İnsanların yaşamlarını tatmin etme noktasında herhangi bir kıtlık imkanı artık bulunmamaktadır. Belirli bir ayrıcalıklı pozisyonu işgal eden insanlar, bu durumdan artık sadistik bir haz duymaktadırlar. Bu patolojinin gelişmesi, diğerleri üzerinde tahakküm kurmanın sürekliliği ile mümkün olabilmektedir. Bu yüzden bu düzen devam etmektedir ve ayrıcalıklı konumda olan kimseler, her ne kadar imkanlar ve teknik gelişmeler herkes için varlıklı ve refahın olduğu bir hayatı mümkün kılsa da, kendi ayrıcalıklı pozisyonlarını gönüllü bir biçimde terk etmeyecekler. Acının sona erdirilmesi, yaşamın ekolojik devamlılığının mümkün kılınması ve hayattan hak ettiğimiz hazları alabilmemiz için, ayrıcalıklı yaşamlara sahip olmayan bizlerin bu duruma müdahil olması ve örgütlenmesi gerekmektedir. Bu duruma sekülerizmin ilerlemesi eşlik etmeli, insanlar teolojik dogmaların esiri olmamalı ve yaşamsal hazlarını yanlış ilkelere boyun eğerek feda etmemelidir. Hazcı prensiplerin gerçek manada azamileştirildiği bir yaşam ancak böyle mümkün olabilir. 

 Kaynakça: Kurt Lampe - The Birth Of Hedonism: The Cyrenaic Philosophers and Pleasure As A Way Of Life ( Princeton University Press), https://iep.utm.edu/cyrenaics/#H3, The Monist Magazine: Hellenistic Ethics (Oxford University Press), Paul Kleinman - Felsefe 101 (Say Yayınları), https://www.cancervic.org.au/preventing-cancer/limit-alcohol/how-alcohol-causes-cancer,    David Sloan Wilson - Does Altruism Exist? Culture, Genes and The Welfare of Others (Yale University Press), https://tr.wikipedia.org/wiki/Ayna_nöron, Leonard F Häusser - Empathy and mirror neurons. A view on contemporary neuropsychological empathy research,| Health Psychology,  Volume 6 No. 1, 2009, I Feel Your Pain: Mirror Neurons and Empathy, https://goaskalice.columbia.edu/answered-questions/why-does-sex-feel-good, R Langevin , J Bain, G Wortzman, S Hucker, R Dickey, P Wright - Sexual sadism: Brain, blood, and behavior| Sandra Kamping, Jamila Andoh,a Isabelle C. Bomba, Martin Diers, Eugen Diesch, Herta Flor - Contextual modulation of pain in masochists: Involvement of the parietal operculum and insula, Erich Fromm - Özgürlükten Kaçış (Say Yayınları), Robert Nozick - Anarşi, Devlet ve Ütopya (İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları), Fikret Başkaya - Çıkış Buradan: Perspektifi ve Paradigmayı Değiştirmek (Yordam Yayınları)


 


 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Çeviri | CrimethInc. - Siyasetin Bok Gibi Sıkıcı

Kitap İncelemeleri 2 | Raoul Vaneigem - Gençler İçin Hayat Bilgisi El Kitabı

Anarşizm: Sıkça Sorulan Sorular |8| Bölüm A.1.4 Anarşistler Sosyalist Midir?